9. Sınıf Türk Edebiyatı ders notları
9.SINIFLAR TÜRK EDEBİYATI DERS NOTU
 
 
GÜZEL SANATLAR VE EDEBİYAT
      Güzel sanatları diğer eserlerden ayıran en önemli özellik insanda coşku ve estetik haz uyandırmasıdır.Güzel sanatlar için yapılan en iyi sınıflama bu sanatların kullandıkları malzemelere göre yapılan sınıflandırmadır.Bu malzemeler fonetik ve plastik olarak ikiye ayrılır.Sesle yapılan sanatlara fonetik sanatlar, görüntüyle yapılan sanatlara ise plastik sanatlar denir.Güzel sanatların genelinde plastik malzeme kullanılırken edebiyat ve müzik ise sese dayalı bir sanattır.
      Edebiyatın malzemesi kelimelerdir ve edebiyat dille gerçekleştirilen bir güzel sanatlar etkinliğidir.Edebiyatın asıl amacı güzel sanatların en önemli öğesi olan estetik zevk duygusunu dil aracılığıyla gerçekleştirmektir.Edebiyatta fayda sağlamak amaç olarak her zaman ikinci plandadır
Atatürkçülük
Anekdot:Atatürk İstanbul şehir tiyatrosu sanatçılarının oyunlarından birini seyretmesinin ardından sanatçılarıÇankaya’ya davet eder.Sanatçıların hepsini över.Ayrılma vakti gelince Reşit Galip sanatçılara Atatürk’ün elini öperek ayrılmalarını söyler.Atatürk ise buna şu şekilde karşılık verir:
‘’Hayır,sanatkar el öpmez sanatkarın eli öpülür.’’
Atatürk bir konuşmasında şöyle demiştir:Milletimizin güzel sanatlar sevgisini her türlü araç ve önlemle besleyerek artırmak milli amacımızdır.
 
DİLİN İNSAN VE TOPLUM HAYATINDAKİ YERİ
 
EDEBİYAT, İNSAN VE TOPLUM
1-Edebiyat; Tanımı, Konusu, İçeriği;Yöntemi
·     Duygu ve düşüncelerin söz ya da yazıyla etkili ve güzel bir biçimde anlatılması sanatına edebiyat denir. Edebiyat, sözcüğü Arapça ‘’edep’’ sözcüğünden türemiştir. Edebiyat sözcüğü ilk kez Tanzimat döneminde Şinasi tarafından kullanılmıştır. Şinasi’den önce nazım ve nesir türlerindeki eserlere ‘’şiir ve inşa’’ denilmekteydi.
·     Bir dil ürünü olan yazılı ve sözlü eserlerin tümü. Bu bakımdan bir gazete haberinden sanat değeri taşıyan hikaye, roman, deneme, fıkra türüne kadar her türlü yazı edebiyat eseri sayılır.
Edebiyatın Konusu
Yazar ve şairlerin ortaya koydukları eserlerde ele alıp işledikleri her şey, edebiyatın konusunu oluşturur.
Edebiyatın İçeriği
Dil ürünlerinde kullanılan üslup,tür (hikaye,roman,deneme,fıkra,makale vb.) edebiyatın içeriğini oluşturur.
Edebiyatın Yöntemi
Dil ürünlerinin tüm özelliklerinin tarihi akış içinde bilimsel olarak incelenmesi de edebiyatın yöntemini oluşturur.
Edebî Eser; Tanımı ve Özellikleri
İnsanın duygu ve düşüncelerini; özlem ve dileklerini estetik ölçüler içinde anlatan ve okuyucuda güzellik duygusu yaratan dil ürünlerine edebî eser denir.
                                                                       Özellikleri
·     Edebî eser okuyanı etkilemelidir.
·     Anlatımı güzel düşüncesi sağlam ve özlü olmalıdır.
·     Konusu;ait olduğu toplumun ve yazıldığı dönemin özelliklerini yansıtmalıdır.
·     Eser zamanın süzgecinden geçtikten sonra toplumca anlaşılıp beğenilmelidir.
·     Duygu ve düşünceler belli bir edebî türe uygun olarak anlatılmalıdır.
·     Eser estetik ölçüler içinde ,belli bir sanat anlayışıyla yazılmalıdır
                                                      Edebiyat Tarihi ve Önemi
     Bir ulusun çağlar boyu yarattığı sözlü ve yazılı dil ürünlerini ve onların yazarlarını bilimsel bir yöntemle tarihi akış içinde inceleyen bilim dalına edebiyat tarihi denir.Edebiyat tarihi bir ulusun geçmişteki düşünce yapısını, dünya anlayışını, kültür ve uygarlık birikimini yeni kuşaklara aktarır.Böylece kuşaklar arasında köprü kurarak yeni kuşakların daha iyiyi, doğruyu, güzeli bulmalarına yardımcı olur.
Bizde Tanzimat dönemine kadar edebiyat tarihi tezkirelerden ibaretti.
Tezkire: Şairlerin hayat hikayelerini anlatan biyografi türünden eserlere denir.
Başlıca edebiyat tarihi yazarlarımız şunlardır: Ziya Paşa,M. Fuat Köprülü,Agah Sırrı Levend,Ahmet Hamdi Tanpınar,Nihat Sami Banarlı
                                              
 
 
 
    Dil-Kültür-Edebiyat İlişkisi
 
            Dil, insanların duygu düşünce ve düşlerini; özlem ve isteklerini anlatma aracıdır . Kültür ise;dil,din,ülkü gibi ortak duygu ve düşüncelerin bizde yarattığı değişim ve bileşimdir.Bu nedenle dil bir ulusun temel taşıdır.Dil kültür değerlerimizi geleceğe taşır ve edebiyatın da temel öğesidir.
            Dil, edebiyatın temel öğesi; edebiyat, kültür birikiminin kendisidir. Görüldüğü gibi dil,kültür ve edebiyat birbirinin tamamlayıcısıdır.
                                       Edebiyatın Diğer Bilim Dallarıyla İlişkisi
 
       Edebiyatın temel öğesi olan dil diğer bilim dallarının da anlatım aracıdır. Bundan dolayı felsefe, psikoloji, sosyoloji, hatta tarih, coğrafya, ekonomi vb. diğer bilim dallarıyla yakından ilişkisi vardır.
Araştırmacılar da edebiyat araştırmalarında yazarın biyografisini yazarken tarih biliminden,yaşadığı ortamı yazarken sosyoloji biliminden,yazarın içinde bulunduğu ruhsal durumu anlatırken ise psikolojiden faydalanırlar.
       Yazarı etkileyen toplumsal,siyasal ve felsefî görüşleri de diğer sosyal bilimlerin yardımıyla ortaya koyarlar.
 Metin
Cümle, bir duyguyu, bir düşünceyi bir isteği ya da bir olayı tam olarak anlatan ve bir yargı bildiren söz grubudur. Cümlede kesin bir yargı bulunur; kaç sözcükten oluşursa oluşsun yargı bildirmeyen söz grubuna cümle denmez. Yargı bildiren tek bir söz de olsa cümle sayılır. Bu nedenle bir metnin en küçük anlamlı öğesi cümledir.
Metinde cümlelerin arka arkaya anlamsal bir bağlantı kurularak sıralanmasından paragraflar oluşur. Paragrafta bir ana fikir etrafında sıralanmış cümleler bulunur.
Metinde paragraflar düşünce birimidir. Bir paragraftan diğerine geçerken dil, düşünce ve anlam birliği sağlanır. Metindeki paragrafın içinde giriş, gelişme ve sonuç bölümleri bulunur.
Metinde paragraflar anlatılan konunun boyutuna göre uzunluk ya da kısalık gösterir. Birkaç cümleden oluşan paragraflar olduğu gibi tek cümleden oluşan paragraflar da vardır.
Paragrafların bir araya gelmesinden de bir metin (makale, fıkra, söyleşi, deneme, hikâye, roman vb.) oluşur. Her metnin bir ana düşüncesi vardır. Metinde ana düşünceyi destekleyen yardımcı düşünceler paragraflarda dile getirilir. Ana düşünce metinde bir cümle olarak belirtilebileceği gibi yazının bütününden de çıkartılabilir. Metin giriş, gelişme ve sonuç bölümlerinden oluşur.
Yukarıdaki açıklamalardan anlaşılacağı gibi metinler bir duygu, düşünce, istek ya da olayı anlatmada araç olarak kullanılır.
Edebiyat alanına giren eserler kesin olmamakla birlikte belirli niteliklerine göre “sanat eserleri” ve düşünce eserleri” olmak üzere ikiye ayrılır.
Sanatçıların duygu, düşünce ve hayallerini güzel ve etkili biçimde anlatması sonucu oluşan eserlere sanat eserleri denir. Şiir, hikâye roman, tiyatro, söylev bu tür eserlerdir. Okuyucuyu aydınlatmak, düşündürmek onlara bazı bilgiler vermek amacıyla yazılan eserlere de düşünce eserleri denir. Makale, fıkra deneme, eleştiri, söyleşi, anı, günlük türündeki eserler düşünce eserleridir.
Sanatçının veya yazarın ortaya koyduğu eser zaman zaman düşünce eseri; düşünce eseri de sanat eseri niteliği gösterebilir. Örneğin şiir, hikâye, roman ele alınan konunun özelliğine göre düşünce eseri sayılabilir.
 Edebî Metin
Sanatçı toplum içerisinde yaşayan bir birey olarak birtakım duygular ve heyecanlar duyar ve bunları ifade etmek ister. Önüne geçilmez bir “yaratma, ortaya koyma” arzusu içerisindedir. Sanatçı duygu ve heyecanlarını eserinde dile getirir ve ruhunun derinliklerindekileri bizimle paylaşır. Böylece ortaya konan eserde sanatçının kişilik özellikleri görülür. Sanatçı eserini ortaya koyarken duygu düşünce ve hayalleriyle birlikte az çok kendi hikâyesini de anlatır.
Sanatçılar başka insanlar gibi etrafındakilerle dertleşmek yerine duygu düşünce ve hayallerini kafasında canlandırır, kurgular sonra da eserini yazar.
Sanatçılar eserlerinde, söyleyeceklerini ya kendisi doğrudan söyler ya da kahramanlarına söyletir. Bazen bu iki tarzı bir arada kullanır.
İnsanda estetik duygular uyandıran, insanların duygu düşünce ve hayal dünyasını zenginleştiren dil ürünü eserlere edebî eser denir. Bu anlamda hikâyeler, romanlar, şiirler, tiyatro eserleri, masallar vb. türlerinde yazılanlar birer edebi eserdir. Biz bu eserleri okuduğumuzda içimizde bir coşku, bir heyecan duyarız.
 
ü      Malazgirt Savaşını konu alan bir bilimsel yazı ile edebi bir metni karşılaştırdığımızda edebi metinde konunun daha etkileyici bir dille ifade edildiğini, konunun estetik duygular uyandıracak şekilde, hayallerle zenginleştirilerek anlatıldığını görebiliriz. Edebi metinde verilmek istenen mesaj, metinde yer alan kelimelerle, cümlelerle bütünleşmiştir. Bir edebi metinde kelimelerin yerlerini değiştirmek, bir kelime yerine başka bir kelime koymak mümkün değildir. Mesajın edebi metnin bütününe yayılmış olması nedeniyle metinde yer alan kelime ve cümleler bağımsız olarak ele alınamaz.
Nallarımız
Şimşek olur
Değince çakmak taşları.
ü      “Malazgirt Ululaması” adlı şiirden alınan yukarıdaki metinde verilmek istenen mesaj metinde yer alan bütün kelime ve cümlelerle bütünleşmiştir. Bu yüzden bu metinde yer alan unsurları bağımsız olarak ele alamayız. Yine yukarıdaki metinde kelime ve cümlelerle ilgili yer değiştirme, çıkarma ya da ekleme işlemi yapıldığında metin anlam kaybına uğrar.
ü      Yukarıdaki metin “Sultan Alp Arslan, Bizans ordusunun Anadolu’da ilerlediğini duyunca süratle hareket etti.” cümlesiyle karşılaştırıldığında kullanılan dil bakımından önemli farklılıkların olduğu görülür. Şiirde kelimelerin daha çok mecaz ve yan anlamlarında kullanıldığını görüyoruz. Bu da bize edebi metnin bir özelliğini gösterir.
Edebî eserlerin özellikleri şöyle söylenebilir:
·         İnsanların duygu, düşünce ve hayal dünyasını geliştirir, zenginleştirir.
·         Edebi eserlerin amacı bilgi vermek değildir.
·         Edebi eserlerde sanatsal bir dil kullanılır. Mecazlar ve yan anlamlar vardır.
·         Edebi metinlerde kelime ve cümleleri değiştirmek mümkün değildir.
·         Edebi metinler kurmaca(tasarlanmış) metinlerdir.
·         İnsanlar arasında dostluğun kurulmasını sağlar. Çevremizdeki güzellikleri bize gösterir.
·         Kişinin hissettiği ancak tanımlayamadığı duyguları tanımlar.
·         Bir edebî eseri okuyan kişi psikolojik yönden rahatlar, o eserin kahramanıyla empati kurar, onunla bütünleşir.
·         Edebî eserler yazıldıkları çağın dil, kültür ve sanat anlayışını yansıtır. Örneğin Tanzimat Edebiyatı şair ve yazarlarından Namık Kemal’in eserlerinde o devrin sanat anlayışını, aile, gelenek, görenek ve evlenme gibi konularını görebiliriz.
Çağlar boyunca insanlar edebî metinlerle her mekânda ve zamanda anlatma, gösterime ve coşku ile dile getirme biçiminde kendilerini ifade etmişlerdir. Destan, hikâye, roman türleriyle anlatma; komedya, tragedya, dram, opera vb. türleriyle gösterme; şiirle coşku ve heyecanlarını dile getirmişlerdir.
ANLATIM YOLLARI
(İFADE ŞEKİLLERİ)
Duygu, düşünce ve hayallerin sözle ya da yazıyla güzel ve etkili bir şekilde anlatılmasına edebiyat denildiğini biliyorsunuz.
Demek ki edebiyat ürünleri sözlü ve yazılı olmak üzere iki türlü dile getirilmektedir. Bunlardan sözle yapılan anlatıma sözlü anlatım; yazıyla yapılarına da yazılı anlatım denir.
Sözlü Anlatım
Duygu düşünce ve hayallerin sözle dile getirilmesine sözlü anlatım denir. Sözlü anlatımda isteğin doğru, düzgün, yalın ve etkili bir biçimde söylenmesi önemlidir. Ses tonu, söyleyiş vurgu, jest ve mimikler sözün etki gücünü artırır. Gereksiz heyecan ve telaş ve yerinde yapılmayan jest ve mimikler de sözün etki gücünü düşürür. Liderler, siyasetçiler, komutanlar sözlü anlatımın gücünden yararlanırlar. Mustafa Kemal Atatürk’ün Çanakkale Savaşı’nda; Kurtuluş Savaşı’nda ve Cumhuriyet Devri’nde yaptığı konuşmalar sözlü anlatımın başarılı örnekleridir.
Günümüzde kitle iletişim araçlarının: özellikle radyo ve televizyon kanallarının artması, toplu yaşamanın getirdiği zorunluluklar, demokratik bir ortamda karşılıklı hoşgörü ve güvenin oluşmasında sözlü anlatım önemli bir rol oynamaktadır. Sözlü anlatım; nutuk, konferans, panel, açıkoturum, bilgi şöleni gibi türlere ayrılır. Bu konularla ilgili dil ve anlatım derslerinde daha ayrıntılı bilgiler verilmektedir.
Yazılı Anlatım
Duygu ve düşünce hayallerin güzel ve etkili biçimde yazıyla dile getirilmesine de yazılı anlatım denir. Günlük hayatta, bir mektup yazmak, not çıkarmak, bir yazı hazırlamak zorunda kalabiliriz. Duygu düşünce ve özlemlerimizi, sevinçlerimizi dizeler halinde ölçülü, uyaklı söyleyebiliriz. Ayrıca cümle ve paragraflar halinde bir fıkra, makale, deneme yazabilir; hatta öykü, roman, tiyatro eseri yazmak isteyebiliriz. O zaman yazılı anlatıma başvururuz.
Yazılı anlatımda yazım (imlâ) kurallarına ve noktalama işaretlerine dikkat edilir. Yerinde kullanılmayan noktalama işaretleri, yazım hataları sözün anlamını değiştirir.
Nesir hâlinde yazılan düşünce yazılarında giriş, gelişme ve sonuç bölümleri bulunur. Yazının konu ile ilgili ilk bölümüne giriş; düşüncelerin açıklanıp örneklendiği, karşılaştırmaların yapıldığı bölüme gelişme; düşüncelerin bir sonuca, bir yargıya varıldığı bölüme de sonuç bölümü denir. Hikâye, roman, tiyatro gibi türlerde bu bölümlere serim, düğüm ve çözüm adı verilir.
Her yazının bir ana düşüncesi ya da ana duygusu (tema) vardır. Bir yazıda yazarın okuyucuya vermek istediği temel düşünceye ana düşünce denir. Ana düşünceyi destekleyen ve diğer paragraflarda yer alan düşüncelere de yardımcı düşünce denir. Yazı düşünceler arasında bir bağ kurularak geliştirilir.
Türk edebiyatında nesir (düz yazı) biçiminde yazılan eserlere mensur, nesir yazıcılarına nâsir, küçük nesir parçalarına da mensure denir.
Klasik edebiyatta nesre inşa, nesir yazıcılarına da münşi adı verilir
 
Yazılı anlatım nazım ve nesir olmak üzere ikiye ayrılır:
a. Nazım
Duygu, düşünce ve hayallerin ölçülü, uyaklı dizeler hâlinde anlatılmasına nazım denir.
b. Nesir
Duygu düşünce ve hayallerin cümle ve paragraflar hâlinde dil bilgisi kurallarına uygun olarak anlatılmasına nesir denir. Nesir sözü Arapça dağıtmak, saçmak, yaymak anlamlarına gelir. Burada kastedilen duygu ve düşüncenin açılması, yayılması, yani açık seçik anlaşılır hâle gelmesidir. Nesirde düşünceler ifade edilirken noktalama işaretlerine, yazım (imlâ) kurallarına uyulur. Yerinde kullanılmayan işaretler cümlenin anlamını bozar.
Edebi metinler coşku ve heyecanı dile getiren metinler ve olay çerçevesinde oluşan metinler olmak üzere ikiye ayrılır.
Coşku ve heyecanı dile getiren metinler manzum (şiir) metinlerdir.
Olay çevresinde oluşan metinler ise; anlatmaya bağlı metinler ve göstermeye bağlı metinler olmak üzere ikiye ayrılır. Masal, destan, hikâye, roman, halk hikâyeleri anlatmaya; komedi, trajedi, dram Karagöz, meddah, orta oyunu gibi türler de göstermeye bağlı sanat eserlerini oluşturur.
Güzel bir cümlede şu nitelikler bulunur:
Açıklık: Söylenmek istenen düşüncenin herkes tarafından aynı şekilde kolayca anlaşılmasıdır.
Duruluk: Düşünce ve duygunun gerektiği kadar sözcükle anlatılmasıdır. Duru bir cümlede gereksiz sözcüklere ve öğelere yer verilmez.
Yalınlık (sadelik) : Süse ve gösterişe kaçmadan, az sözle duygu ve düşüncelerin dile getirilmesidir.
Akıcılık: Yazıda dile takılacak pürüzlerin olmamasına akıcılık denir.
 Edebiyat ve Gerçeklik
Yazarlar günlük hayatta karşılaştığımız ya da karşılaşabileceğimiz nitelikteki olayları oldukları gibi değil kendi iç dünyalarında kurguladıktan sonra dışa yansıtırlar. Yaratılan kahramanlar çevremizdeki kişilere benzer. Yazarlar çok iyi tanıdıkları bir kaç kişinin özelliklerini bir kişi üzerinde toplayabilir. Olayları ve kişileri iyice kurguladıktan sonra eserini yazar.
Edebi metinler, yazıldığı dönemin özelliklerinden ve o dönemdeki her türlü gerçeklikten belirli ölçüler içerisinde yararlanırlar.
Edebi eserlerde gerçeklik, kaynağını diğer bilim ve bilgi alanlarının ortaya koyduğu sonuçlardan alabilir.
ü      Kitabınızdaki “Cazgır” adlı şiirde tarihi bir gerçekliğin edebi bir dille anlatıldığını görüyoruz.
Yine günlük yaşamımızda karşılaşabileceğimiz her türlü konu edebi esere kaynaklık edebilir.
 
Edebî metnin konusu, doğa ile ilişki hâlinde olan, duyan, düşünen, tasarlayan ve yaşayan insandır.         
                          
                ÇOŞKU VE HEYECAN DİLE GETİREN METİNLER (ŞİİR)
 
                         ŞİİR TÜRLERİ
Her şiirin belli bir konusu, üslubu vardır. Kimi aşk, ayrılık konusunu işler, kimi okura bir bilgiyi özlü bir şekilde verir. Kimi birini eleştirir vs. İşte şiirlerin bunlara göre sınıflandırılması şiir türlerini ortaya koyar. Bunlar Yunanca’daki adlarıyla adlandırılır: Lirik, Epik, Didaktik, Pastoral, Satirik, Dramatik. Tanzimat’tan sonra oluşan bu adlandırmadan önce Türk şiiri, nazım şekillerine göre sınıflandırılırdı: Gazel, Kaside, Şarkı, Koşma, Destan, Varsağı vs.
Şimdi şiir türlerini açıklayalım.
  LİRİK ŞİİR
Aşk, ayrılık, hasret, özlem konularını işleyen duygusal şiirlerdir. Okurun duygularına, kalbine seslenir. Eskiden Yunanlılarda “lir” denen sazlarla söylendiğinden bu adı almıştır. Tanzimat döneminde de bir saz adı olan “rebab” dan dolayı bu tür şiirlere rebabi denmiştir. Divan edebiyatında gazel, şarkı; Halk edebiyatında güzelleme türündeki koşma, semai lirik şiire girer.
EPİK ŞİİR
Destansı özellikler gösteren şiirlerdir. Kahramanlık, savaş, yiğitlik, konuları işlenir. Okuyanda coşku, yiğitlik duygusu, savaşma arzusu uyandırır. Daha çok, uzun olarak söylenir. Divan edebiyatında kasideler, Halk edebiyatında koçaklama, destan, varsağı türleri de epik özellik gösterir. Tarihimizde birçok şanlı zaferler yaşadığımızdan, epik şiir yönüyle bir hayli zengin bir edebiyatımız vardır.
  DİDAKTİK ŞİİR
Bir düşünceyi, bir bilgiyi aktarmak amacıyla yazılan şiirlerdir. Bunlar okurun aklına seslenir. Duygu yönü az olduğundan kuru bir anlatımı vardır. Kafiye ve ölçülerinden dolayı akılda kolay kaldığından, bilgiler bu yolla verilir. Manzum hikayeler, fabller hep didaktik özellik gösterir.
 PASTORAL ŞİİR
Doğa güzelliklerini , çobanların doğadaki yaşayışlarını anlatan şiirlerdir. Doğaya karşı bir sevgi bir imrenme söz konusudur bunlarda. Eğer şair doğa karşısındaki duygulanmasını anlatıyorsa “idil”, bir çobanla karşılıklı konuşuyormuş gibi anlatırsa eglog adını alır.
  SATİRİK ŞİİR
Eleştirici bir anlatımı olan şiirlerdir. Bir kişi, olay, durum iğneleyici sözlerle, alaylı ifadelerle eleştirilir. Bunlarda didaktik özellikler de görüldüğünden, didaktik şiir içinde de incelenebilir. Ancak açık bir eleştiri olduğundan ayrı bir sınıfa alınması daha doğrudur. Bu tür şiirlere Divan edebiyatında hiciv, Halk edebiyatında taşlama yeni edebiyatımızda ise yergi adı verilir.
  DRAMATİK ŞİİR
Tiyatroda kullanılan bir şiir türüdür.Eski Yunan edebiyatında oyuncuların sahnede söyleyecekleri sözler şiir haline getirilir ve onlara ezberletilirdi. Bu durum dram tiyatro türünün (19.yy) çıkışına kadar sürer. Bundan sonra tiyatro metinleri düzyazıyla yazılmaya başlanır.
Dramatik şiir harekete çevrilebilen şiir türüdür. Başlangıçta trajedi ve komedi olmak üzere iki tür olan bu şiir türü dramın eklenmesiyle üç türe çıkmıştır.
Bizde dramatik şiir türüne örnek verilmemiştir. Çünkü bizim Batı’ya açıldığımız dönemde (Tanzimat) Batı’da da bu tür şiirler yazılmıyordu; nesir kullanılıyordu tiyatroda. Bizim tiyatrocularımız da tiyatro eserlerini bundan dolayı nesirle yazmışlardır. Ancak nadirde olsa nazımla tiyatro yazan da olmuştur. Abdülhak Hamit Tarhan gibi...
 
 
 Metin ve Zihniyet

Dini

 

 
Siyasi
Sosyal
Ekonomik
Sivil
Askeri
hayatın duygu,anlayış ve zevk bütünüdür
Zihniyet
bir dönemdeki

 

 
 
     Zihniyet, bir dönemdeki sosyal,siyasî,idarî,adlî,dinî,ticarî hayatın birlikte oluşturduğu ortamdır.Yani devrin kabul edilmiş sanat zevki ve hakim anlayışıdır.
     Bir eser hangi dönemde verilmişse, o dönemden izler taşır.Şairlerin şiirlerinde de yaşadıkları dönemden izler taşır.Şairlerin şiirlerinde de yaşadıkları dönemin sosyal ve siyasal olaylarını, kültürünü,ilişkilerini,inançlarını,sanat zevkini görebiliriz.Dolayısıyla bir şiiri incelerken, o şiirin yazıldığı dönemin ve şairin özelliklerini göz önüne almalıyız.
 
c. Şiir Dili
 
AÇIKLAMALAR
Şiir, günlük konuşmalarımızda kullandığımız doğal dilden kaynağını alır. Bu doğal dilin bireysel tarzda kullanımından ortaya çıkar. Şiirde insana özgü coşku ve heyecan dile getirilir. Burada günlük hayatta konuştuğumuz doğal dilin göstergelerine yeni anlam ve değerler yüklenerek şiir dili oluşturulur.
 
Bir duygunun veya bir heyecanın anlatımında, şair, herkesin konuştuğu dille kendi dünyasını dile getirmeye çalışır. Bunu da imgeler yardımıyla gerçekleştirir. Dil göstergeleri sayılı ve sınırlıdır. Ancak insan hayalinin ve düşüncesinin sınırı yoktur. İşte imgelerin ortaya çıkışı sınırlı olanla sınırsız olanı anlatabilme arzusudur. Böylece, kullanılan dilden hareketle yeni bir dil oluşturma yoluna gidilir. Dil göstergelerinden bu tarzda yararlanarak oluşturulan söz kalıplarına imge diyoruz.
 
Şiir dili imgeye dayanır. İmgelerin oluşturulmasında da mecazlara dayanılır. Mecaz, bir sözün kendi anlamı dışında kullanılmasıdır.
 
Şiirde her zaman imgeye başvurulmaz. Bilinen, tanınan, her gün görülen insanları ve durumları anlatmada imge kullanma yoluna gidilmez. Ancak yeni karşılaşılan bir durumu veya görünüşü anlatmada imgeye başvurulur.
 
Şiir çeşitli söz sanatlarıyla oluşturulur. Mecazın dışında benzetme (teşbih), kinâye gibi söz sanatlarına rastlanır. Söz sanatlarıyla, dil birlikleri sayısız denilebilecek anlamlara ulaşır.
Şiir dilinin oluşmasında önemli öğelerden biri de çağrışımlardır.
 
Çağrışım, şiirde sözcüklerin kendi anlamları dışında kullanılarak kazandıkları anlam değerleridir. Şiiri okuyucusunu farklı dünyalara ve duygulara taşır. Böylece de, anlamı zenginleştirir.
Çağrışımlarda söyleyişin ve sesin de rolü vardır. Şiirde ses, çağrışım ve söyleyişle sözcükler, kendi anlamları dışında yeni değerler kazanır.
ŞİİR İNCELEME YÖNTEMİ
1- Zihniyet
Şiirin yazıldığı döneme ait sosyal, siyasi, ve kültürel özellikleri şiirin zihniyetini oluşturur.
2- Şiirde Ahenk
Şiirin ölçüsü, uyağı, redifi, asonans, aliterasyon, gibi ses tekrarları ahengi oluşturan unsurlardır.
3- Şiir Dili
Şairlerin süslü ya da süzsüz(sade), duru ya da karmaşık anlatımları şiir dilini oluşturur.Edebi sanatlar şiirin estetiğini artırır.
4- Şiirde Yapı
Nazım şekilleri ve nazım türleri şiirin yapısını oluşturur.
5- Nazım
Duygu ve düşüncelerin ölçülü ve uyaklı bir biçimde ifade edilmesidir.
a) Nazım türü : Şiirlerde işlenilen konu ve temaya göre şiirlerin aldığı adlardır.
b) Nazım şekli : Şiirlerin ölçü, nazım birimi, aheng özelliklerine göre aldığı adlardır.
6- Şiirde Tema
Şiirde birimleri birbirine bağlayan anlam bütünlüğü sağlayan temel öğe temadır.
7- Şiirde Gerçeklik ve Anlam
Şairler edebiyatın konusu olan(insan doğa ve yaşam)alırlar ve bunların ifade ediliş biçimi şiirde kullandıkları zaman, gerçeklik birbirinden farklıdır.Şair herkesin gördüğü bir gerçeği değişik şekil ve boyutlarda anlatılır.(benzetmeler , mecazlar, söz sanatlarından faydalanılarak)
8- Şiir ve Gelenek
Şairlerin yaşadıkları dönemdeki geleneği şiirlerine yansıtmalarıdır. Ritim, aheng unsurları, ölçü, konu, tema, zihniyet aynı olsa da farklı dönemlerde yaşayan şairlerin şiirlerinde kullanılan imgeler, semboller, birbirlerinden farklı olur.
9- Yorum
Şairin ne anlatmak istediğini anlamaya yorum denir. Bir şiiri doğru yorumlayabilmemiz için şairin hayatını edebi kişiliğini (zihniyetini, geleneğini...) iyi bilmemiz ve şiir üzerinde doğru düşünebilmemiz gerekir
ŞİİR İNCELEME PLANI
Özellikle ilköğretim 2.kademe düzeyindeki öğrenciler aşağıdaki plana göre şiir incelemesi yapabilirler.
 
 
A. ŞİİRİN BİÇİM YÖNÜNDEN İNCELENMESİ
1. Nazım biriminin (dörtlük,beyit) belirtilmesi
2. Kaç dörtlükten veya kaç beyitten oluştuğunun belirtilmesi
3. Şiirin ölçüsünün ve duraklarının belirtilmesi
4. Kafiye (
kafiye çeşitleri belirtilecek) ve rediflerin gösterilmesi
5. Kafiye şemasının gösterilmesi
B. ŞİİRİN İÇERİK YÖNÜNDEN İNCELENMESİ
1.Anlamı bilinmeyen kelimeler vedeyimlerin açıklanması
2. Şiirin bölümler halinde açıklanması (kıta,dörtlük,beyit)
3. Şiirin ana duygusunun (tema) belirtilmesi
4. Şiirin dil ve anlatım özelliklerinin açıklanması
5. Şiirin türühakkında bilgiler verilmesi
C. ŞAİRİN HAYATI, SANATI VE ESERLERİ HAKKINDA BİLGİLER
 
ANLATMAYA BAĞLI EDEBİ METİN İNCELEME YÖNTEMİ ÖRNEĞİ
GÜVERCİN AVI
“Yoo, güvercinlerime dokunmayınız.” dedi.
İhtiyar çiftlik sahibinin hayatta en çok sevdiği şeylerden birisi ve belki birincisi de güvercinleri idi. Genç yaşından beri ne tarlası, ne ağılı, ne ahırı, ne kümesler onu çiftlik binasının iç avlusundaki güvercinleri kadar işgal etmemiştir. Bunun için değil midir ki, onu, kasabada olsun köyde olsun, ai­le adının bütün şöhretine rağmen “Kuşbaz Hüseyin Bey” demeden kimse tanımaz.
Hüseyin Bey’in “Kuşbaz’lığı herşeyi bastırdı. Ömrünün öyle devreleri oldu ki, karısını, kızlarını ve en mühim işlerini bu merakı ve bu eğlencesi yoluna, âdeta, feda etti, unuttu, kendinden geçti; bir meczup hâline girdi.
Şimdi, o havalinin (ne diyorum?) belki dünyanın en güzel, en nadir ve en cins güvercinlerine o sahiptir. Otuz seneden beri bu nazenin mahlûklardan, bin ihtimam ve bin itina ile kimbilir kaç nesil yetiştirdikten ve bu fende, kimbilir, ne kadar alın teri döktükten sonra nihayet bugün en temiz bir is­tifaya mazhar olmuş bu zavallı asil kuşlar ortasında hayatının en mesut dakikalarını yaşıyordu. Her birini ayrı ayrı isimleriyle çağırıyordu. Yabancı bir göz için hepsi bir renkte, bir boyda ve bir şekilde görünen bu mahlûkları birbirinden ayıran birçok gizli alâmetler yalnız ona zahir idi. Bazılarının boyunlarındaki ince mercan gerdanlıkları, bazılarının topuklarmdaki altın mahmuzları, kiminin kanatları altındaki yeşil benekleri veya gözlerinin içindeki kızıl yıldızları o görür, o bilirdi.
Avlunun içinde hepsinin derecelerine göre ayrı ayrı daireleri vardı: Kuşbaz Hüseyin Bey, her ak­şam üstü, insan ruhlu bu güzel kuşların her birinin kendi sevgilisiyle kendi odasına çekildiğini gör­meden içi rahat edip yemeğini yiyemezdi. (…) Acaba Akkadınla Süleyman Ustanın arası neden açıl­dı? Mutlaka küçük Serfiraz Mesud’a gönül bağladı. (…) Ne yapsak acaba, ne yapsak…” derdi ve bu endişelerle bütün gece gözüne uyku girmezdi. Yatağının içinde sağdan sola, soldan sağa dönüp du­rurdu. Eşi:
-Yahu, ne olur biraz da benimle meşgul olsan; derdi.
Fakat, Kuşbaz Hüseyin Bey, bütün gönül ve cinsiyet işlerini yalınız güvercinlere mahsus bir şey zannederdi.
Hele, hep birden uçtukları zaman neşesine payan olmazdı. Avlunun ortasında, elinde bir uzun kargı ile saatlerce başı havada, ağzı açık hayran hayran dolaşırdı.
1919 senesinin, Nisan aylarında bir öğle sonu bütün civar köylerde olduğu gibi, onun çiftliğine de bir bölük düşman askeri girdiği gün o, işte bu vaziyette avlunun ortasında idi. Birden, etrafında adamların koşuşmağa ve içeriden karısıyla kızlarının telâşlı telâşlı konuşmağa başladığını hissetti; döndü baktı ki iki kanadı açık büyük avlu kapısından içeriye, bir hana inen yorgun ve sakin bir yol­cu kafilesi tavrıyla, bazısı atlı, bazısı yayan bir sürü düşman askeri giriyor! Kuşbaz Hüseyin Bey’in ömründe ilk defa olacaktır ki kuşları havada iken başı yere indi; benzi sapsarı, gelenlere doğru yürüdü; henüz bir çiftlik beyi âmirliğiyle:
-Ne var? Ne istiyorsunuz? Diye sordu. Bunun üzerine gelenlerden biri gülerek laubali bir tavırla ona yaklaştı:
-Merhaba beyim; yabancı değiliz; dedi. Hüseyin Bey, bu sözleri söyleyerek kendisine elini uzatan genç düşman çavuşunu tanır gibi oldu: fakat, pek iyi hatırlayamadı. Çavuş sırnaşık bir gülüşle sordu:
-Tanıyamadınız mı? İspiro’yu tanıyamadınız mı? İspiro, İspiro? Hüseyin Bey birden:
-Ha, evet, dedi.
Bu adam, beş sene evvel Hüseyin Bey’in yanında altı ay kadar hizmetkârlık etmişti; eli uzunca ve açıkgöz bir delikanlı idi. Gittikçe lâubalileşen bir tavırla elini ihtiyar adamın omuzuna koydu ve ku­lağına eğildi. Yavaşça:
-Birkaç akşam burada kalacağız: dedi. Zabitler köy evlerinde rahat edemezler. Biraz ikram lâ­zım… Hüseyin Bey şaşkın bir hâlde:
-Peki buyursunlar dedi.
İşte, bunun üzerinedir ki, düşmanlar ihtiyarın yanına geldiler, gülüşerek, konuşarak etrafını al­dılar ve havada uçuşan güvercinlere nişan almak istediler. Hüseyin Bey, elindeki kargıyı asabiyetle sallayarak, yarı öfkeli yarı tehditli bir sesle:
-Yo, dedi; güvercinlerime dokunmayınız!
Fakat, o bu sözünü bitirmemişti, ki, yanı başında bir silâh patladı. Hüseyin Bey, eteği tutuşmuş bir adam telâşiyle ilk kurşunu atanın kolundan çekti:
-Ne yapıyorsun? Sakın ha! Diye bağırdı. Lâkin, o bununla meşgul olduğu bir sırada bir diğeri si­lâhını havaya kaldırdı; kulağı dibinde bir ikinci kurşun daha vızladı; havadaki kuşlardan bir tanesi dö­ne döne, yavaş vavaş aşağı düşmeğe başladı ve uçan kafilede büyük bir perişanlık alâmeti belirdi. Hü­seyin Bey’in elinden kargısı düştü, bütün vücudu titriyordu, yüzünün rengiyle sakalının rengi birbirinden fark olunamıyordu. İspiro, yanına yaklaştı:
-Ne olur canım, bırak! Dedi.
-Bırak mı? Sen aklını mı bozdun? Söyle şunlara, vallahi sonra fena olur.
-Fena mı olur? Nasıl. Hey, kendine gel çorbacı, o günler geçti.
Dünkü uşağın ağzından yüzüne bir tükrük gibi fışkıran bu sözdeki nihayetsiz hakareti işitmedi, hissetmedi bile… Şimdi, bütün hassası, birbiri ardı sıra havaya kalkan silâhlar, vızıldayan kurşunlar, döne döne, yavaş yavaş iri kar parçaları hâlinde yere düşen güvercinlerle meşguldü. Çaresiz yalvar­mağa başladı.
-Rica ederim yeter artık, rica ederim, diyordu. Size ne isterseniz vereyim. Bunlar ne yenir, ne içi­lir, yahu günahtır, günahtır.
-Günah mı? O sizin dinde, cevabını veriyorlardı ve İspiro arsız arsız gülüyordu. Nişan alan zabit­lerden birisi arkasını döndü; kendi lisanında bir şeyler bağırdı, hemen hayvanlarla meşgul neferler­den bir kaçı düşen kuşları toplamağa koştular. Bunlardan bazısı avluya, bazıları çiftlik binasının dam­ları üstüne, bazıları dışardaki göle, bazıları bostana, bazıları epeyce uzaklarda, tarlalara düşüyorlar­dı. Bu beyaz güvercin yağmuru altında yaramaz bir çocuk neşesine tutulan düşman askerleri bir ta­raftan el çırpıyor, bir taraftan haykırıyorlar, bir taraftan da durdukları noktada tepiniyorlardı.
Zavallı Hüseyin Bey, kendinden geçti, bulunduğu yere çöküverdi. Artık hiçbir şey söylemiyor ke­narlarından iri yaş damlaları sızan gözleriyle bu vahşi avı seyrediyordu. İspiro yaklaştı dedi ki:
- Neye bu kadar telâşlanıyorsun? Bırak, biraz eğlensinler, bırak biraz eğlensinler. Kaç gündür sa­vaşıyoruz. Akşam bu kuşlardan âlâ mezelik olur mu? Hep beraberiz.
Hüseyin Bey, bir şey söyleyecek oldu, söyleyemedi; yutkundu kaldı. Şimdi gözyaşları dinmiş ve bakışına korkunç bir manasızlık gelmişti.
Beyaz kuşları üst üste, demet demet avlunun ortasına yığıyorlardı. İhtiyar adam, başını kaldırmış, havada bir noktaya dimdik bakıyordu. Neden sonra gözlerim yere indirdi ve avlunun ortasındaki be­yaz yığına yaklaştı, eğildi. Önünde altmış yetmiş kadar güvercin vardı, hepsini birer kere kanatların­dan, başlarından tutup ovucunun içine aldı, kiminin gagasından öpüyor, kiminin tüylerini uzun uzun, âdeta âşıkane bir tavırla okşuyordu. Zabitlerle konuşan İspiro, yüzünü ihtiyara doğru çevirdi. Ve o sırnaşık gülüşüyle uzaktan bağırdı:
Gönder onları içeriye de kızartıversinler; dedi.
Kuşbaz Hüseyin Bey, yerinden kımıldanmadı, işitmedi ve kana bulanmış ölü kuşları okşamakta, yüzüne gözüne sürmekte devam etti.
Düşman zabitlerinden birisi îspiro’ya elini başına doğru kaldırıp ihtiyarı göstererek “Acaba deli midir?” mânâsına gelen bir işaret yaptı. İspiro avlunun öbür ucundan bir daha bağırdı:
- Hey yeter artık, yeter; sana söylüyorum, sağır mısın be. İçeriye gönder güvercinleri, dedi.
Kuşbaz Hüseyin Bey, gene yerinden kımıldamadı, gene başını çevirmedi; o zaman zabitlerle be­raber eski çiftlik uşağı güvercin kümesinin başucunda çömelen adama yaklaştılar; biri omuzundan sarstı, diğeri sakalından çekti. Birkaçı karşısına çömeldi. Fakat çömelmeleriyle kalkmaları bir oldu. Hepsi birden haşyetle geri geri çekildiler ve birbirlerine demincek zabitin İspiro’ya yaptığı işareti tek­rar ettiler. Filvaki, ihtiyarın simasına acayip bir mehabet çökmüştü. Gözlerinde madenî bir parıltı var­dı ve bakışı bir süngünün ucu gibi sabit, dik, sert ve mütearızdı. Lekesiz ak sakalı ise yüzüne sürdü­ğü kuşların al kanına boyanmıştı; sanki çenesine Türk bayrağından bir parça sarmış gibiydi.”
Yakup Kadri Karaosmanoğlu (Millî Savaş Hikâyeleri)
METNİN İNCELENMESİ:
1. ZİHNİYET: Tanzimattan itibaren gerçekleşen yenileşme hareketleriyle, edebiyatımızda da Anadolu'yu ve Anado­lu insanını edebî eserde ele almak ihtiyacı duyulmuştur. Metnin zihniyeti, dönemin sosyal hayatıyla yakından ilişkilidir. Kuşbaz Hüseyin Bey, Türk toplumunda örneklerini görebileceğimiz bir kişidir. İspiro ve diğer düş­man askerlerinin Kuşbaz Hüseyin Bey’in evine gelmeleri, kuşlara nişan alıp öldürmeleri, kuşları meze yap­mak isteyişleri Kurtuluş Savaşı yıllarında yaşanabilecek olaylardır. Okuyucuda gerçeklik duygusu uyandır­maktadır. Kuşbaz Hüseyin Bey’in kuşların kanından yüzünde Türk bayrağının belirmesi de dönemin duyar­lılığı olarak düşünülmelidir.
2. YAPI:
a) Olay: Güvercin Avı hikâyesinde olay örgüsü, üç olaydan oluşmaktadır. Birinci olay Kuşbaz Hüseyin Bey’in kuşlarıyla olan mutlu hayatını ifade eden kuşlar - Hüseyin Bey ilişkisidir. Kuşlar onun ailesiyle ilgilenememesine sebep olmuştur. Fakat bunlara rağmen Hüseyin Bey mutludur, ikinci olay, İspiro ve diğer düşman askerlerinin Hüseyin Efendi’nin evine gelmeleri ve yerleşmeleriyle ilgili kısım çevresindedir. Son olay ise İspiro ve diğer düşman askerlerinin Hüseyin Bey’in kuşlarını öldürmeleri, o kuşları pişirtip yemek istemeleri ve Hüseyin Bey’in çıldırma anıdır. Bu bakımdan kuşlar yaşama sevincini ve mutluluğu, Ispiro ve diğer düş­man askerleri de zulüm ve acıyı temsil etmektedirler.
b) Kişiler: Hikayenin baş kahramanı Kuşbaz Hüseyin’dir. Çiftlik sahibi olacak kadar zengin olan kahraman, çiftlik işlerinin yanında eşiyle bile ilgilenmeyecek şekilde kuşlara düşkün biridir. Kuşbaz Hüseyin, hobilerine aşırı düşkün, tip özellikleri gösteren evrensel bir kişidir. Başka bir edebî eserde Kuşbaz Hüseyin benzeri bir tip karşımıza çıkabilir. 
Güvercin Avı adlı hikâyede Kuşbaz Hüseyin Beyden başka, karısı, kızları, lspiro ve düşman askerleri vardır. Kuşlar da Hüseyin Bey’in mutluluğunu ve mutsuzluğunu hazırlayan unsurlar durumundadırlar. Bir ba­kıma kişileştirilmişlerdir. İspiro, işgal yılları öncesinde Kuşbaz Hüseyin Bey’in evinde uşaklık yapmıştır. Ya­zar, lspiro ile o yıllarda kendi içimizdeki, evimize kadar giren yabancılardan yediğimiz darbeleri anlatmak istemektedir.
c) Mekan (yer): Hikâyede mekân Kuşbaz Hüseyin Bey’in çiftliğidir. Mekân 1919 Nisan'ından önce kuşlarla yaşanan mutluluğun, sonra ise zulmün sahnesi durumundadır. İspiro'nun daha önce bu çiftlikte yaşaması ikinci olay halkasının da burada gerçekleşmesine zemin hazırlamıştır.
d) Zaman: Hikâyede zaman Kuşbaz Hüseyin Bey’in hayatıyla ilişkilidir. Düşman işgalinin başladığı 1919 senesi­nin Nisan başları hikâyedeki en belirgin zamandır. Kuşbaz Hüseyin Bey’in bundan önceki hayatından par­çaların anlatılması ile de karşılaşmaktayız. Çocukluk yılları anlatamadığına ve altmış yaşlarındaki bir ihtiya­rın hayatı hareket noktası alındığına göre yirmi veya yirmi beş yıllık bir geriye gidiş söz konusudur. Bütün bunlar, XX. yüzyıl başlarını ifade eden söz gruplarıdır.
3. TEMA: Hikâyede zalim - zulme uğrayan karşılaşması esastır. Temada zalim suç işlerken suçlu aramaz. Her­kes suçludur. Zalim doğal hayatını sürdürürken suç işler. İspiro ve arkadaşları böyledir.
Masum - zalim teması Kurtuluş Savaşı öncesi Anadolu'sundan alınan malzemeyle yorumlanmış ve so­mut hâlde ifade edilmiştir. Bu tema başka metinlerde de ele alınmıştır.
4. DİL VE ANLATIM:
Hikâyede olaylar bize her şeyi bilen anlatıcı tarafından aktarılmaktadır, ilahî bakış açısı. An­latıcı kişilerin özelliklerini, zihinlerinden geçenleri, geçmişlerini, kısaca yaşanan her olayı bilebilir. Güvercin Avı'nda anlatıcı, Kuşbaz Hüseyin Bey’in geçmiş hayatını, zevklerini, karısıyla ilişkilerinin boyutunu bilen du­rumundadır.
Metinde geçen: “meczup, nazenin, mahlûklar, ihtimam, itina, fen, is­tifaya mazhar olmuş, zahir, neşesine payan olmazdı, han, zabit, asabiyet, nefer, mütearız…” gibi kelimeler günümüzde pek kullanılmayan kelimelerdir. Yalnız bu kelimeler bizim metni anlamamızı olumsuz etkileyecek kadar fazla değildir. Bu nedenle metnin dili için sade ve anlaşılır bir dil kullanılmıştır diyebiliriz.
     Na­zenin mahlûklar, bin ihtimam ve bin itina ile en temiz bir istifa gibi söz grupları dilin şiirsel işlevini hatırla­tan mahiyettedir. Bu söz gruplarını ilk cümleden çıkardığımızda veya söz gruplarının yerine yenilerini (ya­ratıklar, özenle, ayrılma) koyduğumuzda metnin sunduğu gizemli havayı dağıtmış oluruz. Dilin bireysel tarz­da kullanımı ortadan kalkar.
 “Birden, etrafında adamların koşuşmağa ve içeriden karısıyla kızlarının telâşlı telâşlı konuşmağa başladığını hissetti; döndü baktı ki iki kanadı açık büyük avlu kapısından içeriye, bir hana inen yorgun ve sakin bir yol­cu kafilesi tavrıyla, bazısı atlı, bazısı yayan bir sürü düşman askeri giriyor!”
“Otuz seneden beri bu nazenin mahlûklardan, bin ihtimam ve bin itina ile kimbilir kaç nesil yetiştirdikten ve bu fende, kimbilir, ne kadar alın teri döktükten sonra nihayet bugün en temiz bir is­tifaya mazhar olmuş bu zavallı asil kuşlar ortasında hayatının en mesut dakikalarını yaşıyordu.” gibi cümleler, kuruluşu uzun olan cümlelerdir.
5. METİN VE GELENEK:
Dış dünyayı ve Anadolu'yu anlatmada, yazarları­mıza, batı edebiyatı metinleri rehberlik etmiştir. Bu hikâye de Kurtuluş Savaşı yıllarında Anadolu’da yaşananlar anlatılmıştır.
Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Maupassant tarzında hikâye (olay hikayesi) yazar. Yazarlığa Refik Halit Karay'la birlikte başlayan yazarın hikâyecili­ğini de iki dönem hâlinde ele almak gerekir. Birinci döneminde Servet-i Fünûnu değişik şartlar altında devam ettiren, yaşanılan hayatı bütün gerçekliğiyle gözlemleyemeyen Yakup Kadri, bu hikâyelerinde topluma ferde ait fantezilerle bakmaktadır.
İkinci dönem hikâyeciliğinde kendi "ben"i dışına çıkarak Türk toplumunun yaşadığı siyasî ve sosyal olayları dikkatlere sunmak gayesindedir. Yakup Kadri Servet-i Fünûn edebiyatının etkisi ile başladığı hikayeciliğini Milli Edebiyat Akımı döneminde geliştirerek sürdürmüştür.
SONUÇ:
Hikâye ilk etapta Kuşbaz Hüseyin Bey’in yaşadıklarını, kuşlarla olan mutluluğunun düşman kuvvetleri­nin kuşlarını öldürmesiyle mutsuzluğa dönüşmesini anlatır. Fakat Güvercin Avı adlı hikâye arka planda, Türk insanının işgal yıllarında çektiği acıları, kendi içinden hançerlenişini, en umursamaz insanın bile can­lanışını sezdirmektedir.
TÜRK EDEBİYATININ DEVİRLERİ
 
 
İslamiyet Öncesi                                                                 İslamî Devir                                                                                                  Batı Etkisinde Gelişen
Türk Edebiyatı                                                                   Türk Edebiyatı                             Türk Edebiyatı

Sözlü Ed     Yazılı Ed

 
      Klasik Türk Ed.        Halk Ed.
Anonim                              Dinî Tasavvuf                            Aşık Tarzı
Halk Ed.                              Halk .Ed                                    Halk Ed.
Tanzimat             Servet-i Fünûn            Fecr-i Âti                                 Milli Edebiyat          Milli Mücadele Dönemi Ed.               Cumhuriyet Dönemi
 

 

 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 

ŞİİRDE AHENK (SES VE RİTM)
Ahenk:Ahenk kelimesi uyum anlamına gelmektedir. Edebiyatta ise kelimelerin birbiriyle ses ve anlam bakımından etkileyici bir bütün olması anlamındadır.
     Şiirde ahenk;ustaca kullanılan ses akışı,söyleyiş,ritm,ölçü ve her türlü ses benzerliğiyle sağlanır. Şiirde ahengi sağlamak için ölçü,uyak,vurgu,tonlama gibi değişik unsurlar kullanılır.
Vurgu: Bir kelimede hecelerden birinin diğerlerine göre daha baskılı,daha kuvvetli söylenmesidir. Vurgu hem kelimenin anlamını güçlendiren hem de şiiri ahenkli kılan bir unsurdur. Vurgulama ve tonlama şiirin ahengini ve etki gücünü bir kat daha artırır.
Ör:  
Gök satoprak  sarı, çıplak ağaçlar sa
Arkada zincirlenen Toros Dağları    
Tonlama: Anlatılmak istenen duygu veya düşüncenin daha etkili ifade edilebilmesi için ses tonunu değiştirerek okumaya tonlama denir.Böylece acıma,üzüntü,özlem,hayranlık,sevgi gibi duygular belirginlik kazanır.
Ör:
Bir sarsıntı... Uyandım uzun süren uykudan,
Geçiyordu araba yola benzer bir sudan.
 
Ölçü:Ahengi sağlamak şiire belli bir düzen vermek için şiirlerde çeşitli ölçüler kullanılır. Türk edebiyatında hece ve aruz ölçüsü olmak üzere iki çeşit ölçü kullanılmıştır.
Hece ölçüsü: Şiirdeki tüm dizelerin hecelerinin sayısının eşit olması esasına dayanır.
Yaş o-tuz beş yo-lun ya-rı-sı e-der
Dan-te gi-bi or-ta-sın-da-yız öm-rün
Yal-var-mak ya-kar-mak na-fi-le bu-gün
De-li-kan-lı ça-ğı-mız-da-ki cev-her
 
Aruz Ölçüsü: Dizelerdeki hecelerin açıklık kapalılık esasına bağlı olan bir ölçü sistemidir. Sonu ünlü ile biten heceler ‘’açık’’, sonu ünsüzle biten heceler de ‘’kapalı’’ hece olarak adlandırılır. Ayrıca uzun ünlülü heceler ile dize sonundaki heceler daima kapalı kabul edilir.
 
Uyak (Kafiye) ve Redif
 
Uyak: genellikle dize sonlarında bulunan ve görevleri farklı olan ses veya ek benzerlikleridir.
Redif: Mısra sonlarında bulunan aynı görevdeki ses, ek ve kelime tekrarlarıdır.
 
Her yalana kanmışım    kafiye:’’an’’
Her söze inanmışım      redif: ‘’mışım’’
Ben artık sevgiden de
Bıkmışım, usanmışım
Uyak Çeşitleri
a)Yarım Uyak:Sadece bir ünsüzün benzeşmesiyle oluşan kafiyeye yarım uyak denir.

 
Ecel büke belimizi
Söyletmeye dilimizi
Hasta iken halimizi
Soranlara selam olsun
 
Ördek çalkalanıt göllerde
İsimim söylenir dillerde
Kalmışım gurbet illerde
Dağlar başı duman şimdi

 
b)Tam Uyak:Biri ünlü biri ünsüz olmak üzere iki sesin benzerliğiyle oluşan uyağa tam uyak denir.
 

Ben gideyim yol gitsin,ben gideyim yol gitsin;
İki yanımdan aksın bir sel gibi fenerler
Tak,tak ayak sesimi aç köpekler işitsin
Yolumda bir tak olsun zulmetten taş kemerler
 
 
Bir gece yarısı ay suya düşer
Çöllerde bir ceylan pusuya düşer
Çimenler üstünde üç beş damla kan
Gözünü nefretle kapatır ceylan
Çırpınır ağzında bir demet keklik
 
Kör avcı her şeye çekilmez tetik

 
c)Zengin Uyak: En az üç sesin benzerliğiyle oluşan uyağa zengin uyak denir.
 

Bir alem ki, gökler boru içinde
Akıl almazların zoru içinde
Üst üste sorular soru içinde
Bir idamlık Ali vardı,asıl
Kaydını düştüler,mühür basıl
Geçti gitti, birkaç günlük fasıldı.

 
Cinaslı Uyak:Aynı seslerden oluşan ;fakat farklı anlamları karşılayan kelimelerle yapılan uyağa cinaslı uyak denir. Cinas bir kelimenin tekrarı değildir. Aynı kelimenin aynı anlamla tekrar etmesine redif denir.
 
Ör: ‘’Kalem böyle çalınmıştır yazıma 
        Yazım kışa uymaz kışım yazıma’’
 
Bu beyitteki ‘’yazıma’’ sözcüklerinin yazımı aynıdır; ancak birinci dizede kaderime anlamında ikinci dizede ise yaz mevsimi anlamında kullanıldığından cinaslı uyaktır.
 
NOT:Yazımları ve anlamları aynı olan iki sözcük redif;yazımları aynı ancak anlamları farklı olan iki sözcük cinaslı kafiye oluşturur.                                
 
                                                          Uyak Düzeni(Şeması) ve Çeşitleri
 
Şiirler uyaklanış bakımından üçe ayrılır.
Düz uyak:Uyaklı kelimeler aaxa veya aaab şeklinde sıralanmışsa buna düz uyak denir.
Hiç anılmaz olmuş atalar adı                                     Redif:’’-ı’’
Beşikte bırakmış ana evladı                                       Kafiye:’’-ad’’ tam kafiye
Kırılmış yetimin kolu kanadı                                     Uyak düzeni: aaab
Zulüm pençesinden aman kalmamış
Çapraz uyak:Uyaklı kelimeler abab şeklinde sıralanmışsa buna çapraz uyak denir.
Sokaktayım kimsesiz bir sokak ortasında                  Redif.’’-yorum/-sında’’
Yürüyorum arkama bakmadan yürüyorum                Kafiye:’’-rü(tam k.)/-ta(tam k.)’’
Yolumun karanlığa saplanan noktasında                   Uyak düzeni:abab
Sanki beni bekleyen bir hayal görüyorum
                                         Necip Fazıl Kısakürek
Sarma uyak: Uyaklı kelimeler abba şeklinde sıralanmışsa buna çapraz uyak denir.
En son Bektaş Ağa çöktü diz üstü                              Redif:’’-ı’’
Titrek elleriyle gererken yayı                                      Kafiye:’’-ay’’
Her yandan bir merak sardı alayı                                Uyak düzeni: abba
Ok uçtu,hedefin kalbine düştü
                                                           ALIŞTIRMALAR

Gâh eserim yeller gibi                                                 Redif:’’-ler gibi’’
Gâh tozarım yollar gibi                                               Kafiye:’’-l’’ yarım kafiye
Gâh akarım seller gibi
Gel gör beni aşk neyledi.
                           Yunus Emre
 
Hasretinle geçiyorken bu gençlik çağım,                     Redif:’’-ım’’
Ey sevdiğim,ben ümitsiz değilim gene                        Kafiye:’’-ne’’ (tam kafiye)
Ak düşünce saçların kumral rengine
Kollarında son aşığın ben olacağım.

                                                          ÇOBAN ÇEŞMESİ
 

Derinden derine ırmaklar ağlar,
Uzaktan uzağa çoban çeşmesi,
Ey suyun sesinden anlayan bağlar,
Ne söyler şu dağa çoban çeşmesi.
 
"Gönlünü şirinin aşkı sarınca
Yol almış hayatın ufuklarınca,
O hızla dağları Ferhat yarınca
Başlamış akmağa çoban çeşmesi..."
 
O zaman başından aşkındı derdi,
Mermeri oyardı, taşı delerdi.
Kaç yanık yolcuya soğuk su verdi.
Değdi kaç dudaya çoban çeşmesi.
 
 
 
Vefasız Aslı’ya yol gösteren bu,
Kerem’in sazına cevap veren bu,
Kuruyan gözlere yaş gönderen bu...
Sızmadı toprağa çoban çeşmesi.
 
Leylâ gelin oldu, Mecnun mezarda,
Bir susuz yolcu yok şimdi dağlarda,
Ateşten kızaran bir gül ararda,
Gezer bağdan bağa çoban çeşmesi,
 
Ne şair yaş döker, ne aşık ağlar,
Tarihe karıştı eski sevdalar.
Beyhude seslenir, beyhude çağlar,
Bir sola, bir sağa çoban çeşmesi...
 
                                   Faruk Nafız Çamlıbel
 
         

1.,3.,4., dörtlüklerin kafiye ve redifleri bulunup uyak düzenleri yazılacak,nazım birimi belirtilecek.
Aliterasyon: Bir şiirin dizelerinde sürekli aynı ünsüzün tekrarlanmasından oluşan ahenge aliterasyon denir.

 
İSTANBUL’U DİNLİYORUM

 
İstanbul’u dinliyorum gözlerim kapalı
Önce hafiften bir rüzgar esiyor
Yavaş yavaş sallanıyor  
Yapraklar, ağaçlarda;
Uzaklarda, çok uzaklarda,
Sucuların hiç dinmeyen çıngırakları,
İstanbul’u dinliyorum gözlerim kapalı
 
İstanbul’u dinliyorum gözlerim kapalı
Kuşlar geçiyor, derken
Yükseklerden sürü sürü, çığlık çığlık
lar çekiliyor dalyanlarda,
Bir kadının suya değiyor ayakları,
İstanbul’u dinliyorum gözlerim kapalı
 
İstanbul’u dinliyorum gözlerim kapalı
Serin serin Kapalıçarşı
Cıvıl cıvıl Mahmutpaşa
Güvercin dolu avlular
Çekiç sesleri geliyor doklardan
Güzelim bahar rüzgarında ter kokuları
İstanbul’u dinliyorum gözlerim kapalı
 
İstanbul’u dinliyorum gözlerim kapalı;
Başımda eski alemlerin sarhoşluğu
Loş kayıkhaneleriyle bir yalı;
Dinmiş lodosların uğultusu içinde
İstanbul’u dinliyorum gözlerim kapalı
…..

                                                                                                                                        Orhan Veli Kanık
 
‘’İstanbul’u Dinliyorum’’ adlı şiirde ‘’-r’’ ve ‘’-l’’ sesleri kullanılarak aliterasyon yapılmıştır.
 
ÖDEV: Orhan Veli’nin ‘’Anlatamıyorum’’ adlı şiirinde aliterasyon sağlayan sessizler belirlenecek. ‘’m’’ sesi ile aliterasyon yapılmıştır.
 
Asonans: Bir şiirin dizelerinde sürekli aynı ünlünün tekrarlanmasıyla oluşan ahenge asonans denir.
 
                                                       
                                               
 
 
 
 
         GURBET
 
Gurbet o kadar acı
Ki ne varsa içimde,
Hepsi bana yabancı,
Hepsi başka biçimde!
 
Eriyorum git gide,
Evlada her ümide ,
Gurbet benliğimi de
Bitirmiş bir içimde.
 
Ne arzum, ne emelim,
Yaralanmış bir elim,
Ben gurbette değilim,
Gurbet benim içimde!
                   
 
                    Kemalettin Kamu

 
Gurbet şiirinde ‘’a’’ ve ‘’e’’ sesleriyle asonans yapılmıştır.
                                                
                                                                  ŞİİR DİLİ
 
   Şiir insanın değişen duygu,çoşku,özlem ve hayallerini kendine özgü bir dille ifade eder. Dili daha canlı,daha güzel ve daha tesirli hale getirerek ona bir üst kimlik kazandırır. Şair günlük dildeki sözcükleri özenle seçer. Onlara yepyeni anlamlar kazandırır. Kullanılan dile yeni değerler ve anlamlar kazandırır. Benzetmelere değişmecelere (mecaz) yer verir. Somut varlıkları soyutlaştır, soyutları da somutlaştırır. Böylece duygu ve düşüncelerine bir anlam derinliği kazandırır.
                                                                   
                                                                   Söz Sanatları
                                                       
                                                                       Teşbih
Anlama güç katmak için, aralarında gerçek ya da mecaz, çeşitli yönlerden ilgi, benzerlik bulunan en az iki varlıktan zayıf olanı nitelik bakımından güçlü olana benzetme sanatıdır.
 
Teşbih sanatında en az iki, en fazla dört öğe bulunur. Öğeleri şunlardır :
  
1- Benzeyen (müşebbeh, teşbih edilen, benzetilen) : Birbirine benzetilen şeylerden nitelik bakımından güçsüz olanıdır. 
2- Kendisine Benzetilen : Birbirlerine benzetilen şeylerden nitelik bakımından daha üstün ve güçlü olanıdır.
3-Benzetme Yönü : benzeyen ve kendisine benzetilen arasındaki ortak noktadır. Zaten benzetme bu ortak noktayı belirtmek için yapılır. (Ancak bu ortak nokta her zaman vurgulanarak zikredilmeyebilir.)
4-Benzetme Edatı  : Benzeyen ve kendisine benzetilen arasında benzetme ilgisi kuran kelime veya ektir.
 
Teşbihte genellikle şu kelime ya da ekler benzetme edatı olarak kullanılır :
 

Ör: Ali aslan gibi cesurdur.
      1- Benzeyen-benzetilen: Ali
      2- Kendisine benzetilen: aslan
      3- Benzetme yönü: cesaret
      4- Benzetme edatı: gibi
 
Ör: Cennet gibi güzel vatan
 
Ör: "Yol yılan gibi kıvrılıyor"
Bu sesler dokunuyor en ağrıyan yerime,
Bir eski çıban gibi işliyor içerime.
                    (Ayak Sesleri/ Necip Fazıl Kısakürek)
 
Benzeyen: Sesler
Kendisine benzetilen unsur:Eski çıban
Benzetme yönü: Batmak,işlemek
Benzetme edatı: Gibi

 
 
Teşbih-i beliğ:Sadece benzeyen ve benzetilen ile yapılan ve benzetme edatı ile benzetme yönü bulunmayan teşbihe teşbih-i beliğ denir.
 
Ör:Günlerim koklamadan attığım bir güldür.
 
Ör:Yarin dudağından getirilmiş
      Bir katre alevdir bu karanfil 
                                       Ahmet Haşim
Ör: Kömür gözlüm, gül dudaklım
      Sen de bir gün perişan ol
                                          Hicranî
 
Ör: Aslan askerler koşuyor.

 
                                                             İstiare(İğretileme)
Sadece benzeyen ya da benzetilenle yapılan teşbihe istiare denir. Açık istiare ve kapalı istiare olmak üzere ikiye ayrılır.
Açık istiare: Benzetme öğelerinden sadece kendisine benzetilenin bulunduğu benzeyenin bulunmadığı istiaredir.
 

Ör: Yüce dağ başında siyah tül vardır.
 
Benzeyen: bulut(söylenmemiş)
Benzetilen:siyah tül (söylenmiş)
Ör: Havada bir dost eli okşuyor derimizi
 
Benzeyen: Rüzgar(söylenmemiş)
Benzetilen: dost eli(söylanmiş)

 
Kapalı istiare: Benzetme öğelerinden sadece benzeyenle yapılan istiaredir. Kapalı istiarede kendisine benzetilen yer almaz.

 
Ör:
Bir arslan miyav dedi
Minik fare kükredi
Fareden korktu kedi
Kedi pır uçuverdi
 
Dörtlükte ‘’aslan’’ , ‘’miyav’’ sözcüğüyle kediye;fare, kükredi sözcüğüyle aslana; ‘’kedi’’ ‘’uçuverdi’’ sözcüğüyle kuşa  benzetilmiştir. Ancak dörtlükte benzetilene yer verilmemiştir.
 
Ör:     Yüce dağların başında
           Salkım salkım olan bulut.
Benzeyen:Bulut(var)
Kendisine benzetilen:üzüzm(yok)    

 
Teşhis(Kişileştirme)
İnsan dışındaki canlı ve cansız varlıklara insana özgü bir özellik verme sanatına teşhis denir.
 

Ör: Çatma kurban olayım çehreni ey nazlı hilâl
      Kahraman ırkıma bir gül ne bu şiddet bu celâl
 
Ör: Ağlama karanfil beni de ağlatma
      Sil göz yaşlarını
Ör: Gel bahar erit bu yolun karını
      Geçen seneleri anmayalım hiç
      Dinle bülbüllerin şarkılarını
      Güllerin kıpkızıl şarabını iç

 
İntak(Konuşturma)
     İnsan dışındaki canlı ve cansız varlıkların konuşturulması sanatıdır. Konuşturma kişileştirmeden sonra gelir.Varlıklar önce kişileştirilir sonra gerekirse konuşturulur. Her intakta bir kişileştir me vardır ama her kişileştirmede bir intak yoktur.Fabllar bu sanata örnektir.
 
Ör:Mor menekşe:’’Bana dokunma;’’diye bağırdı.
Ör:Minik kuş:’’Anne beni rüyalar ülkesine götür.’’diye yalvarıyordu.
 
 
Tezat(Karşıtlık)

Ör:Ağlarım hatıra geldikçe gülüştüklerimiz
Ör.Ağzına yok dediler dediklerince var imiş
Ör: Ne efsunkâr imişsin âh ey didâr-ı hürriyet
 
      Esir-i aşkın olduk gerçi kurtulduk esaretten

 
 
Mübalağa(Abartma)
Bir sözün etkisini arttırmak amacıyla bir şeyi olduğundan çok göstermek ya da olmayacak biçimde anlatma sanatıdır.
 
Ör: Şühedâ fışkıracak toprağı sıksan şühedâ    
 
Ör: Alem sele gitti gözüm yaşından.
      Bir ah çeksem dağı taşı eritir,
                                                        
 
Ör: Sana dar gelmeyecek makberi kimler kazsın?
      Gömelim gel seni tarihe desem,sığmazsın.
 
Ör: O kadar zayıftı ki
     Bir dalın arkasına geçse göremezdi kimse onu

 
Telmih(Hatırlatnma)
Söz arasında herkesin bildiği bir olaya ya da kişiye işaret etme sanatı.
 

Vefasız Aslı’ya yol gösteren bu,
Kerem’in sazına cevap veren bu.
 
Ne büyüksün ki kanın kurtarıyor teshidi,
Bedrin aslanları ancak bu kadar şanlı idi.
                                                   M. Akif Ersoy
Ekmek Leyla oldu bire dostlarım,
Mecnun olup ardı sıra giderim.
Şu Boğaz harbı nedir?Var mı ki dünyada eşi?
En keşif orduların yükleniyor dördü beşi.
                                                    M. Akif Ersoy
Gökyüzünde İsa ile,
Tur dağında Musa ile ,
Elindeki asa ile,
Çağırayım Mevlam seni.
                          Yunus Emre
                        

Tecahül-i Arif(Bilip de Bilmemezlikten Gelme)
Bilinen bir gerçeği bilmez görünerek anlatma sanatıdır.
 

Şakaklarıma kar mı yağdı ne var?
Benim mi Allah’ım bu çizgili yüz?
                                  Cahit Sıtkı Tarancı
Sular mı yandı,neden tunca benziyor mermer?
 
                                                       Ahmet Haşim

Hüsn-i talil(Güzel Bir Nedene Bağlama)
 
Sebebi bilinen bir olayın meydana gelişini,gerçek sebebinin dışında başka,güzel bir nedene bağlamadır.
 

Senin o gül yüzünü görmek için
Sana güneş bakmak için doğuyor.
 
Birçok gidenin her biri memnun ki yerinden
Birçok seneler geçti dönen yok seferinden
 
                                           Yahya Kemal Beyatlı

Tenasüp
Anlam yönünden birbiriyle ilgili sözcükleri bir arada kullanmaktır.

Ör:Yine bahar, bülbül sesinden
      Seda verip seslendin mi yaylalar
     Çevre yanın lale sümbül bürümüş
      Gelin olup süsülendin mi yaylalar
 
●Bu dizelerde ‘’bahar,yayla,lale, sümbül,bülbül  
   sesi,seda’’ birbiriyle ilgili sözcükler olarak   kullanılmıştır.                 
Ör: Aşk derdiyle hoşem el çek ilacımdan tabip
    Kılma derman kim helakim zehr-i dermendadır.
 
●Bu dizelerde ‘’dert,derman,ilaç,tabip’’ birbiriyle            
   ilgili sözcükler olarak kullanılmıştır.

 
 
Mecaz-ı Mürsel (Ad Aktarması)
 
     Bir sözün benzetme amacı güdülmeden gerçek anlamı dışında kullanılması sanatıdır.Gerçek anlama gelmesi imkansızdır.
 
Ör:Ankara bu olaya tepki gösterdi.
     Burada tepki gösteren şehir değil.Anakara da bulunan hükümettir.Mecaz-ı mürsel yapılmış.Şehir söylenmiş hükümet kastedilmiştir.
 
Ör:Cemil Meriç’i her okuyuşumda yeni bir şeyler buluyorum. (Kitabını okuyorum kendisini değil)
 
Ör: Kırmızı beyaz bu sene başarı gösteremedi.
Ör:Evin suyu patlamış.
                                                                  
                                            ŞİİRDE YAPI
 
     Şiirin yapısı anlam ve ses kaynaşmasından oluşur. Anlam ve ses kaynaşmasından oluşan nazım birimlerine beyit,kıt’a,bent,mısra gibi isimler verilir. Dize ,beyit,dörtlük gibi birimlerle ölçü, kafiye düzeni,tema ve imgeler belli bir bütün oluşturarak şiirde yapıyı meydana getirir.
Nazım birimi: Bir manzumede anlam bütünlüğü taşıyan en küçük parçaya nazım birimi denir. Nazım birimi en az iki dizeden oluşmak üzere üç, dört, beş veya daha fazla dizeden oluşabilir.
 
Mısra (Dize): Bir şiirin her bir satırına dize denir.
Beyit: İki dizeden oluşan nazım birimine beyit denir.
Ör: Halk içinde muteber bir nesne yok devlet gibi
      Olmaya devlet cihanda bir nefes sıhhat gibi
                                                            Kanuni Sultan Süleyman
Kıt’a(Dörtlük): Dört dizeden oluşan nazım birimine kıt’a veya dörtlük denir.
 
Ör: Tarihim,şerefim,şiirim,her şeyim
      Yer yüzünde yer beğen
      Nereye dikilmek istersen,
      Seni oraya dikeyim!
                                Arif Nihat Asya
Bent: İkilik ve dörtlük dışında kalan 3,5,7 veya daha fazla eşit satıdaki dizelerden oluşan nazım birimine bent denir.
Bugün Cuma
Büyük annemi hatırlıyorum
Dolayısıyla çocukluğumu
Uzun olsaydı o günler!
Yere düşen ekmek parçasını
Öpüp başıma götürdüğüm günler!   
 
Konu: Üzerinde söz söylenen herhangi bir olay, düşünce veya duruma konu denir. Bir şiir birden fazla konuya değinebilir.
Tema: Şiirin bütününe hakim olan duygu veya hayale tema denir.
 
     Şiirin yapısını oluşturan tüm bu öğeler gerek Divan edebiyatımızda gerekse Halk edebiyatında gelenek çerçevesi içerisinde çeşitli nazım şekilleri ve türleri oluşturmak amacıyla belli ölçülerde kullanılmıştır. Oluşan bu nazım şekilleri ve türleri Halk edebiyatı ve Divan edebiyatı nazım şekilleri ve türleri başlıkları altında ele alınırlar.
 
 
 
 
 
TÜRK HALK EDEBİYATI
İslamiyet öncesinden günümüze kadar kesintisiz gelen bir edebiyattır.
Halk içinde yetişmiş ozanları icra ettiği bir edebiyattır.
Temelinde sözlü bir gelenek vardır.
Dili sadedir.
Dörtlük ve yarım kafiye esaslıdır.
Hece ölçüsü kullanılmıştır.
Halkın dertlerini, sevinçlerini, her türlü duygularını işlemektedir.
Bu edebiyatı genellikle “aşık”adı verilen sazlarıyla yazdıklarını besteleyip köy köy dolaşan ozanlar icra etmiştir.
Koşma, destan, semai, varsağı, mani, ağıt, türkü, bilmece, atasözü, devriye, şathiye, ilahi, deme gibi çeşitli nazım şekilleri vardır.
Kendi arasında : “Âşık Tarzı, Anonim,Dini-Tasavvufi olmak üzere 3’e ayrılır.
                                          
A) ÂŞIK TARZI HALK EDEBİYATI NAZIM ŞEKİLERİ
İslamiyet'ten önce başlamıştır.
Eskiden “kam,baksı” adı verilen ozonlara bu dönemde “AŞIK”adı verilmiştir.
Âşıklar şiirlerini bağlama adı verilen sazlarla köy köy dolaşıp söylemiştir.
Hece ölçüsü kullanılmıştır.
Dili sadedir.
Nazım birimi dörtlüktür, yarım kafiye kullanılmıştır.
Son dörtlükte şairin mahlası(adı) kullanılır.
Koşma, mani, türkü, semai, varsağı destan gibi biçimleri mevcuttur.
Aşk, ölüm, gurbet, ayrılık konuları sıklıkla ilenmiştir.
Coşkulu, lirik bir söylenişi vardır.
Koşma, mani, türkü, semai, varsağı destan gibi biçimleri mevcuttur.
17. yüzyıldan sonra divan edebiyatından etkilenmeye başlamıştır.
 
Koşma
·     Aşk, ayrılık, gurbet,sevgi,doğa,yiğitlik gibi geniş çerçeveli konuların işlendiği bir nazım şaklidir.
·     11’li hece ölçüsüyle yazılır.
·     En az 3 en fazla 12 dörtlükten oluşur.
·     Dili sadedir.
·     Kafiye düzeni “abab,cccb,dddb…”şeklindedir.
·     Son dörtlükte şairin mahlası bulunur.
·     Koşmanın konularına göre “güzelleme, koçaklama, ağıt, taşlama”adlı türleri vardır.
Güzelleme:İnsan ve doğa sevgisinin lirik bir edayla işlendiği koşmalara denir.
Koçaklama: Savaş, yiğitlik, kahramanlık gibi konuları işleyen koşmalara denir.
Ağıt: Ölen kişinin arkasından duyulan acının ve onun iyiliklerinin işlendiği koşmadır.
Taşlama: Toplumun veya bireylerin aksayan yönlerini eleştiren koşmalara denir.
 
Varsağı
·     Toros Dağları ve Adana civarında yaşayan “VARSAK” boylarının söyledikleri türkülere denir.
·     Kafiye düzeni koşma gibidir.
·     4+4 şeklinde 8’li ölçüyle söylenir.
·     “BRE, BEHEY, HEY “ nidaları sıklıkla kullanılmıştır.Babacan ve erkekçe bir tavırla söylenir.
·     En az 3 en fazla 5 dörtlüktür.
·     Konu olarak hayattan ve talihten şikayet gibi konular işlenir.
 
Semai
·     Koşma ile aynı konular işlenir.
·     Kafiye düzeni koşma ile aynıdır.
·     4 + 4 =8 ‘li ölçüyle yazılır.
·     3–5 dörtlükten oluşur.
·     Koşmadan ezgisi,dörtlük sayısı ve ölçüsü bakımından ayrılır
 
 
Destan
·     6+5 ‘li hece ölçüsüyle söylenir.
·     Halk edebiyatının en uzun nazım biçimidir.
·     Kendine özgü bir söylenişi vardır.
·     Kafiye düzeni koşma ile aynıdır.
·     Ayaklanma, kıtlık, savaş, hastalık gibi toplumsal konular işlendiği gibi bireysel konuların 
      işlendiği destanlar da vardır.           
·     Dörtlük sayısında sınırlama yoktur.
 
Not:Destanlar doğal ve yapma destan olmak üzere ikiye ayrılır.
 
Doğal Destan:Toplumu derinden etkileyen savaş,göç,afet vb. olayları halkın dilden dile aktarması ve şairler tarafından saz eşliğinde seslendirilmesi ile oluşan ve yazarı belli olmayan destanlardır.Halkın ortak malıdır.
 
Yapma Destan:Tarihi bir olayın üzerinden yıllar geçtikten sonra bir yazar tarafından destan özelliklerine uygun olarak yeniden kaleme alınmasıyla oluşan ve yazarı belli olan destanlardır.  
                                 ANONİM HALK EDEBİYATI NAZIM ŞEKİLLERİ
Türkü
·     Kendine özgü bir ezgi ile söylenen nazım biçimidir.
·     Genellikle anonimdir,yazarı bilinenleri de zamanla halka mal olmuştur.
·     Aşk, tabiat,ayrılık,hasret,gurbet,sevgi,güzellik gibi konular işlenir
·     Türküler 8’li(4+4) veya 11’li(4+4+3) hece ölçüsüyle söylenir.
·     Türkülerin konusu ve şekilleri devirden devire değişir.
·     Türküler iki bölümden oluşur.
1-Bent:Türkünün asıl sözlerinin bulunduğu bölümdür.
2-Kavuştak:Her bendin sonunda tekrarlanan bölümdür. Nakarat ya da bağlama adı da verilir.
Not:Destanlar hem aşık tarzı hem de anonim halk edebiyatı ürünlerine dahildir.
 
Mani
·     Hecenin 7’li kalıbıyla söylenirler.
·     Bir dörtlükten oluşur.
·     Uyak düzeni aaxa şeklindedir.
·     İlk iki dize doldurmadır. Asıl konu son iki dizededir.
·     Konu sınırlaması yoktur.
Nİnni
Annelerin çocukları uyutmak için belli bir ezgiyle söylediği sözlü edebiyat ürünleridir.
·     7’li,8’li ve 9’lu hece ölçüsüyle söylenir.
                                                         DİNÎ TASAVVUFΠHALK ŞİİRİ
a)Hece ölçüsü ağırlıklıdır,az da olsa aruz ölçüsü kullanılmıştır.
b)Yarım uyak ve redif sık kullanılmıştır.
c)Tasavvuf terimlerinin dışında dil,halkın anlayabileceği nitelikte ve sadedir.
d)Saz eşliğinde söylenenlerde vardır.
e)Süslemesizdir.
f)İlahi,nefes ,deme ,şathiye,nutuk ve devriye başlıca nazım türleridir.
g)Allah sevgisi,nefsin öldürülmesi,insan sevgisi,ölüm,Allah’a varış yolları,tasavvuf ilkeleri temel konularıdır.
h)Coşkuludur,genellikle didaktik şiirlerden oluşur.
I)Nazım birimi dörtlüktür ancak beyitle oluşturulmuş türlerde vardır.
 
Dinî Tasavvufî Halk Edebiyatı Nazım Türleri
İlahi: Tekke edebiyatının ana nazım türüdür.8’li hece ölçüsüyle söylenirler 7 ve 11’li de olabilir.Fanili,k Allah sevgisi,nefsin öldürülmesi temel konusudur.Bu türün en büyük ustası Yunus Emre’dir.
 
Nefes: 8’li hece ölçüsüyle söylenirler.İlahilerin konularının Bektaşilerce söylenmesi sonucu ortaya çıkmış türdür.Hz. Muhammed ve Hz. Ali ile ilgili şiirler vardır.
 
Deme: 8’li hece ölçüsüyle söylenir müritlere öğreticiliği esas alır.
Nutuk: 8’li hece ölçüsüyle söylenir müritlere öğreticiliği esas alır.
Devriye: Alah’tan gelen insanın yine Allah’a döneceğini anlatan şiirlerdir.
Şathiye: Korkuya dayalı din anlayışına eleştiri niteliğinde olan şiirlerdir. Allah ile konuşuluyor gibi söylenir. Bu türde eser veren başlıca ozanlar; Yunus Emre,Hacı Bayramı Veli,Süleymen Çelebi,Nesimi,Kaygusuz Abdal, Pir Sultan Abdal,Mevlana’dır.
                                     
DİVAN EDEBİYATI ( KLASİK EDEBİYAT)
      İslamiyet’in kabulünden sonra Türkler yaşamın her alanında Araplardan, Farslardan etkilenmişlerdir. Bu etkileşimin en belirgin olduğu alanların başında edebiyat göze çarpmaktadır.
13. yy dan dan itibaren şair ve yazarlar Fars- Arap etkisine girmeye başlamıştır.
Şairler şiirlerini “DİVAN” adını verdikleri bir kitapta topladıkları için bu edebiyatına “Divan Edebiyatı” denilmiştir.Ayrıca “klasik-eski –zümre edebiyatı” da denilir
·     Bu edebiyatın özünde dinde tasavvuf vardır.
·     Dil çoğunlukla halkın anlayacağı tarzda değildir.
·     Arap ve Fars edebiyatı örnek alınmıştır.
·     Saraydan destek gördüğü için “saray edebiyatı” da denilmiştir
·     Ölçü olarak “aruz ölçüsü” kullanılmış.
·     Çoğunlukla aşk, şarap, kadın övgü, din, ahlak, tasavvuf konuları işlenmiştir
·     Kafiye hem göz hem de kulak için anlayışı hakimdir.
·     Zengin ve tam kafiye sıklıkla kullanılmıştır.
                                        
   Divan edebiyatı nazım şekilleri
 
Dörtlük halindekiler           Bent Halinde               Beyit halindekiler
Rubai                        Terci-i bent                       Kıt’a
Şarkı                           Terkib-i bent                     Müstezat     
Tuyuğ                                                                   Şehrengiz
Murabba                                                               Gazel,kaside
                                                                             Mesnevi                                                 
 
DİVAN EDEBİYATI NAZIM ŞEKİLLERİ
 
Nazım Birimi Beyit Olanlar
 
Gazel
Güzellik, aşk, kadın, şarap gibi konuları işleyen nazım türüdür.
Araplarda Farslara onlardan da Türklere geçmiştir.
Gazelin ilk beytine “matla”son beytine “makta” denir.
Makta beytinde şairin mahlası(takma adı) kullanılır.
En güzel beytine “beyt’ül gazel ya da şah beyit” denir.
Gazelin bütün beyitlerinde aynı konu işleniyorsa buna yek-ahenk gazel denir.
Bütün beyitler aynı söyleyiş güzelliğine sahip ise buna yek-âvâz gazel denir.
Kafiye şeması: “aa,ba, ca da...” şeklindedir.
En az beş en fazla on beş beyitten oluşur.
Konu birliği yoktur. Her beyit başka bir konudan bahsedebilir.
Dize sonlarındaki uyaklardan başka dize ortalarında da uyak bulunan gazellere musammat gazel denir.
Türk edebiyatında Fuzûli,Bâki, Nedim en tanınmış gazel şairleridir.
 
Kaside
Din ve devlet büyüklerini övmek amacıyla yazılan şiirlere denir.
En az 33 en fazla 99 beyitten oluşur.
Kafiye düzeni gazelle aynıdır.
İlk beytine matla, son beytine makta, şairin adının bulunduğu beyte taç beyit adı verilir.
Kaside: nesip-girizgâh-methiye-tegazzül-fahriye-dua bölümlerinden oluşur.
Nesib: Kasidenin giriş bölümüdür.
Girizgah: Konuya giriş niteliğinde olan bölümdür.
Methiye: Övülecek olan kişinin yüceliklerinin sıralandığı bölümdür.
Fahriye: Şairin kendini övdüğü kısımdır.
Tegazzül: Şair bu bölümde bir gazele yer verir.
Dua: Övülen kişinin başarısı için Allah’a dua edilir.
Konularına Göre Kasideler
Tevhid:Allah’ın birliğini anlatan kasidelere denir.
Münacat:Allah’a dua etmek ve yalvarmak için yazılanlara denir.
Methiye:Herhangi bir şahsı övmek için yazılanlar denir.
Naat:Peygamberleri övmek için yazılanlara denir.
Hicviye:Birini eleştirmek için yazılanlara denir.
Mersiye:Ölen birinin arkasından yazılanlara denir.
      Edebiyatımızda kaside türünün en güzel örneklerini Nef’i vermiştir. Onun Siham-ı Kaza adlı kasidesi bu türün en meşhur örneğidir.
 
Mesnevi
Beyit sayısı sınırsızdır.
Konu sınırlaması yoktur. Genellikle savaş, aşk,tarihi olaylar,dinî olaylar gibi konular işlenir.
Mesneviler o dönemde roman ve hikaye türünün yerini tutuyordu.
Her beyit kendi arasında kafiyelidir.
Uyak düzeni aa, bb,cc,dd,ee,… şeklinde devam eder.
Bir şehrin güzelliğini anlata mesnevilere şehrengiz denir.
Türk edebiyatındaki ünlü mesneviler şunlardır:

Fuzuli- Leyla ile Mecnun
Şeyh Galip- Hüsm ü Aşk
Şeyhi-Harname
Ahmedi-İskendername
Nabi- Hayrabat
Süleyman Çelebi-Mevlid
Mevlana- Mesnevi

 
Nazım Birimi Dörtlük Olanlar
Rubai
Kafiyelenişi aaxa şeklindedir.
Aruzun belli kalıplarıyla yazılır.
Hayatın anlamı ve hayat felsefesi,dünyanın nimetlerinden yararlanma ve ölüm gibi konular işlenmiştir.
İran edebiyatına ait olan bu türün en büyük şairi Ömer Hayyam’dır.
Türkçe rubailerin en güzel örneklerini Yahya Kemal vermiştir.
                                                                  
Tuyuğ
 
Divan edebiyatına Türklerin kazandırdığı bir nazım şeklidir.
Felsefi konular işlenmektedir.
Kadı Burhanettin’in tuyuğları meşhurdur.
Uyak düzeni rubai gibidir. Fâilâtün fâilâtün fâilün kalıbıyla yazılır.
 
Şarkı
 
Besteyle okunmak için yazılan ve dörtlüklerden oluşan nazım biçimidir.
Dörtlük sayısı 3ile 5 arasında değişir.
Birinci dörtlükte 2. ve 4. dizeler diğer dörtlüklerde 4. dizeler aynen tekrarlanır. Buna nakarat denir.
Türklerin divan edebiyatına kazandırdığı bir türdür.
Aşk ,sevgi,günlük hayat gibi konular işlanir.
Halk deyişlerine ve söyleyişlerine yer verilir.
Şarkı türünün ilk kullanıcısı ve en önemli temsilcisi Nedim’dir.
Yahya kemal de bu türü ustalıkla kullanmıştır.
Diğer Türler
Terkib-i Bent
 
Bentlerle kurulmuş olan bir nazım şaklidir.
Her bent 7 il 10 beyitten oluşut.
Bent sayısı 5 ile 15 arasındadır.
Bentleri birbirine bağlayan beyitlere vasıta beyti denir.
Şairin toplumsal ve felsefi konulardaki düşünceleri konu olarak işlenir.
Terkib-i Bent türünün en önemli ismi Bağdatlı Ruhi’dir.
Türk edebiyatında bu türün en önemli ismi Ziya Paşa’dır.
Terci-i Bent
 
 Terkib-i bente benzer.
Yalnız burada bentler arasındaki vasıta beyti aynen tekrarlanır.
Konu da daha çok Allah’ın kudreti,kainatın sırları ve kainatın zıtlıkları gibi konulara yer verilir.
Bu türün de Türk edebiyatındaki en önemli temsilcisi Ziya Paşa’dır.
ŞİİR VE GELENEK
Şiir ve gelenek arasında ilişki kurma
KAZANIMLAR
·   Şiir geleneğinin, daha önce yaşamış şairlerin eserleriyle oluştuğunu fark eder.
·   Sosyal ve kültürel ortamın şiire kazandırdığı farklı söyleyiş ve özellikleri kavrar.
·   Her dilin kendine ait bir şiir geleneği olduğunu kavrar.
·   Şiirin ait olduğu geleneğin özelliklerini belirler.
  Dersten önce öğrencilerden Türk şiirindeki belli başlı şiir gelenekleri hakkında araştırma yapmaları istenir.
 
ANLATMAYA BAĞLI EDEBÎ METİNLERİ İNCELEME YÖNTEMİ
 
a.         Metin ve Zihniyet
b.         Yapı (Olay Örgüsü, Kişiler, Mekân, Zaman)
c.         Tema
ç.         Dil ve Anlatım
d.         Metin ve Gelenek
e.         Anlama ve Yorumlama
f.          Metin ve Yazar
 
A.                 METİN VE ZİHNİYET
NOT:Anlatmaya bağlı edebi metinler incelenirken metnin yazıldığı dönemdeki hakim zihniyet.metnin yazıldığı dönemin sosyal, ekonomik, siyasî yapısı, dinî inanışları, eğitim sistemleri, sanat anlayışı ve zevki kısacası bütün kültürel değerleri,Sana Edebi eserlerdeki zihniyet dönemlere göre değişmektedir. İslam öncesi metinlerde hakim zihniyet olağanüstü fizikî güçlerle donatılmıştır. Destanlar kavimlerin ilk dönemlerine özgü zevk ve anlayışı dile getirir. Bu durum İslamiyet’ten sonraki eserlerde yerini dini inanışlara ve kahramanlıklara bırakır. Yani İslami hayat tarzı ve din için mücadele dönemi başlar.
            Türk edebiyatı, Tanzimat sonrası yeni bir medeniyet dairesinin içine girer. Doğuya has yaşama tarzından ve edebiyat anlayışından birdenbire Batılı yaşama tarzına ve edebiyat anlayışına geçilir. Böylece Batı dünyasında gelişen edebi akımların etkisi altına girilir.                       Tanzimat döneminde etkin bir şekilde kendini hissettiren romantizm, Servet-i Fünun döneminde yerini realizm ve natüralizm akımlarına bırakmıştır.
            Bu arada edebiyatımızda başlayan Doğu-Batı çatışması, hem yaşama tarzında hem de edebi eserin bünyesinde kendini kuvvetle hissettirir. Bu çatışma 1940’lı yıllara kadar en çok işlenen temalardandır.
      20.yüzyılın başından itibaren Türk dünyasında görülmeye başlayan milliyetçilik hareketleri, sosyal, bilimsel ve kültürel hayatta yankı bulmuş; edebiyat eserlerinde duru ve sade bir Türkçenin kullanılmasına özen gösterilmiştir. Bu doğrultuda edebiyatımız İstanbul’un sınırları dışına çıkmış, Anadolu’yu konu alan eserler kaleme alınmaya başlamıştır.tçının dönemin kültür ve sanat hayatıyla ilişkisi tespit edilir.
 
 
 
B.        YAPI (OLAY ÖRGÜSÜ, KİŞİLER, MEKÂN, ZAMAN)
*Metnin yapısını oluşturan unsurlar
NOT:Anlatmaya bağlı edebi metinler incelenirken olay örgüsü çıkarılır ve olay örgüsünün gündelik hayattaki geçeklikle ilişkisi tespit edilir.
1-OLAY: Öykü kişilerinin başından geçenlere olay denir. Öyküde tek bir olay ele
alınır. Bazen bu temel olaya bağlı küçük çaplı yan olaylar da olabilir. Ele alınan
olayların gelişiminde mantıksal bir sıra izlenir.
Olay öykülerinde, olay ön planda olmasına karşın, durum öykülerinde olay ya ikinci plandadır ya da yok denecek kadar azdır.
Olay örgüsü
Metinlerde olay,ya metindeki kişiler arasında cereyan eden ilişkiler ya da kahramanın iç çatışmaları sonucu ortaya çıkar.Metindeki olay sadece somut gerçeklik değildir.hayal,tasarı,izlenim ve benzeri hususlarda olay örgüsü çerçevesinde değerlendirilir.Olay örgüsü çıkarılırken bu hususlar dikkate alınmalıdır.
Olay örgüsünün gündelik hayattaki geçeklikle ilişkisi
Anlatmaya bağlı edebi metinlerde olay örgüsünün her zaman aynen yaşanması mümkün değildir.Olay okuyucuda ya da dinleyicide estetik kaygı uyandırmak amacıyla düzenlenir.Oysa günlük hayatta yaşanan olayların anlatılmasında estetik değil gerçeklik dile getirilmektedir.
2-KİŞİLER: Öyküde anlatılan olayları veya durumları yaşayan kişilerdir. Öyküde
kişi sayısı azdır. Sadece bir veya birkaç kişi vardır ve onun başından geçenler anlatılır.
Öyküde olayları yapanlara ya da olaydan etkilenenlere öykünün kahramanları denir.
Kahramanın kendine özgü ayırt edici özellik taşımasına karakter denir.Benzerlerinin
niteliklerini abartılı bir biçimde üzerinde toplayan kişilere tip denir. Bu bakımdan her birey
bir karakterdir fakat tip değildir. Tipler belirli bir zümreyi belirgin özellikleriyle temsil eden kişilerdir.Yani kıskançlık, cimrilik, korkaklık, vb. özellikleri taşıyan kişiler birer tiptir.
            Bazı metinlerde insan olan kahramanın yerini bir hayvan veya cansız bir varlık da alabilir.
Olaylardaki rolüne göre kişiler iki gruba ayrılır:
Birinci dereceden kişiler:Olayların akışında birinci derecede rol oynayan kişilerdir.
İkinci dereceden kişiler:Olayların akışında çok az veya dolaylı olarak etkisi olan kişilerdir.
NOT: Anlatmaya bağlı edebi metinler incelenirken kişiler birinci ve ikinci kişiler belirlenir. Bu kişilerin fiziki ve ruhi portreleri ortaya konur, karakter ve tip olanlar tespit edilir. Bu kişilerin olay içerisindeki görevleri tespit edilir.
3-MEKAN: Anlatmaya bağlı edebi metinlerde ele alınan olay belli bir yerde (mekânda) geçer. Bu yer, okul, hastane, bahçe, sokak olabileceği gibi insanın iç dünyası da olabilir. Anlatmaya bağlı edebi metinlerde olayın daha iyi anlaşılabilmesi için yer ya da çevre, betimlemelerle tanıtılır. Ancak betimleme yaparken gereksiz ayrıntılara girmemek gerekir.
NOT: Anlatmaya bağlı edebi metinler incelenirken olayın geçtiği mekânlar özellikleriyle birlikte tanıtılır.
 4-ZAMAN: Öyküde ele alınan olayın başladığı ve bittiği bir zaman dilimi
mutlaka vardır. Olayların başlaması ile bitmesi arasındaki sürece zaman denir. Olaylar
bu zaman dilimi içerisinde gerçekleşir. Bazı öykülerde olay veya durum son durumdan
başa doğru gelişebilir.
            Anlatmaya bağlı edebi metinlerde iki türlü zaman vardır.Birincisi olayların yaşandığı,kişilerin içinde bulunduğu şimdiki zamandır.Buna gerçek zaman denir.İkincisi romandaki kişilerin geçmişini hatırlaması üzerine geçmişten içinde bulunan ana kadar geçen zamandır.Buna kozmik zaman adı verilir.
NOT: Anlatmaya bağlı edebi metinler incelenirken olayları başladığı ve bittiği zaman belirtilir. Metindeki zaman ifadeleri tespit edilir. Bu zamanların gerçek zaman mı yoksa kozmik zaman mı olduğu belirtilir.
C.        TEMA
Bir metinde yazarı yazmaya iten sebep metnin temasıdır.
NOT: Anlatmaya bağlı edebi metinler incelenirken metne şu soru yöneltilir: “Yazarı bu yazıyı yazmaya iten sebep nedir?”
Bu sorunun cevabı metnin temasını verecektir.
            Metnin teması bulunduktan sonra temayı besleyen düşünceler, temanın sosyal hayatla, düşünce tarihiyle ve eserin yazıldığı dönemle ilişkisi tespit edilir. Son olarak temanın yorumlanması ve gürelleştirilmesi gerçekleştirilir.Yani bugünkü yaşamdaki konumu belirlenir
Ç.        DİL VE ANLATIM
NOT: Anlatmaya bağlı edebi metinler dil ve anlatım yönünden incelenirken
Anlatıcının bakış açısı ve özellikleri,
Anlatmaya bağlı edebi metinlerde dilin hangi işlevlerinin ön plana çıkarıldığı,
Metnin dilinin doğal dilden farklılığı,
Metindeki ses, kelime bilgisi ve cümle özellikleri dikkate alınır.
D.                METİN VE GELENEK
NOT: Anlatmaya bağlı edebî metni geleneği içerisinde değerlendirme
1.         Metinle yazıldığı dönem arasında ilişki kurulur.
2.         Okuduğu metnin önceki metinlerle ilişkisi araştırılır.
3.         Tema, yapı, dil ve anlatım bakımlarından önceki metinlerle ilişki kurulur.
4.         Metnin, kendisinden önceki metinlerden etkilenip etkilenmediği belirlenir.
5.   Sanatçının gelenekle ilişkisi belirlenir.
 
 Kültür alanındaki etkinliklerin tümü geçmişten geleceğe uzanır. Sanatçılar geçmişten aldıklarını,kendi dönemlerinin zevk ve anlayışıyla,bilgi birikimiyle,duyarlılığıyla yoğurarak geleceğe taşır.Bütün sanat eserleri kendi aralarında bir düzen oluşturur.Bir bakıma bütünün parçaları durumundadır.Bu bakımdan geçmişi bilmeden yeni bir sanat eseri oluşturmak mümkün değildir.Sanatkar,geçmişte örüle örüle kendisine kadar gelmiş olan gelenekten yararlanır;döneminin zevkini,düşüncesini,duyarlılığını edebi eserin bünyesine yerleştirir.Eğer sanat gücü yüksek ise bu geleneği zenginleştirir.
            Edebi metinlerin büyük çoğunluğu kendi döneminin gerçekliğini ve düşünce hayatını yansıtır.
            Her metin, kendi tarzında daha önce yazılmış metinlerden yararlanır.Tanzimat dönemi romanları,daha önce Türk edebiyatında roman ihtiyacını karşılayan mesneviden ve halk hikayelerinden etkilenmiştir.Tanzimat romancıları başlangıçta Batı romanından etkilenseler bile daha sonra bu etkileşimin dışına çıkarak kendi roman tarzlarını oluşturmuşlar ve kendilerinden sonrakilere örnek olmuşlardır.
 F.          METİN VE YAZAR
                  NOT:Yazarın edebî yönüyle ilgili çıkarımlarda bulunma
       1.Yazar ile metin arasındaki ilişki açıklanır.
 2.Yazarın hayat hikâyesi başta olmak üzere bilinen özellikleriyle metin arasında ilişki kurulur.
F . ANLAMA VE YORUMLAMA
NOT:Anlatmaya bağlı edebî metni anlama ve yorumlama
1-Metnin anlamının nasıl oluştuğu açıklanır.
2-Metnin anlamının özellikleri belirlenir.
3-Metin yorumlanarak güncelleştirilir.
4-İncelenen hikâye, roman ve tiyatro metninin yapısı, anlatımı, teması birbiriyle ilişkilendirerek yorumlanır.
5-İncelenen metinde açıkça dile getirilmiş olanlarla, açıkça ifade edilmemiş olanlar anlam çevresinde ilişkilendirilir.
6-Seçilen paragraflarda –varsa- çok anlamlı söz ve söz gruplarının metinde kazandığı değerler belirlenir.
7-Yaşanan gerçeklikle metindeki gerçekliğin ilişkisi belirlenir.
8-Metnin her okunduğunda yeni anlam değerleri kazanıp kazanmadığı belirlenir.
9-Metnin okuyucuda uyandırdığı duygular belirlenir, bu duyguların özellikleri açıklanır. 
 
2. DESTAN
 Ulusların ulus oluşları sırasında gösterdikleri kahramanlık, savaş, göç, doğal afetler gibi önemli olaylar etkisiyle söylenmiş uzun manzum hikâyelere destan denir. Destanların ulusların yaşamında önemli bir yeri vardır. Toplumların ortak duygu, düşünce ve inançları destanlarda dile getirilir.
Destanlar tarihî bir olayı işler, ancak olayların işlenişinde ve kahramanlıkların anlatımında olağanüstülüklere yer verilir. Gerçek olan bir konu zaman içerisinde kuşaktan kuşağa geçerken masal, öykü gibi başka türlerle süslenir. Çoğu zaman gerçek tanınmaz hâle gelir.
Destanların oluşmasında pek çok sanatçının rolü vardır. Halk ozanları, toplumun ortak duygu, düşünce ve inançlarını yansıtan sade dille, ulusal ölçüyle söylenmiş parçaları önemli günlerde kopuz adı verilen saz eşliğinde söylerler. Bu bakımdan destanların ulusal bir karakteri vardır.
Destanlar iki türe ayrılır.
 
a.         Doğal destanlar: Toplumları etkileyen olaylar sonucu kendiliğinden oluşan
destanlardır. Yunan edebiyatında Homeros’un İlyada ve Odissea; İran edebiyatında
Şehname; Fin edebiyatında Lönnrot’un Kalevâla adlı destanları ile Türk edebiyatında
Ergenekon doğal destanların en önemlileridir.
 
   b.      Yapma destanlar: Toplumu yakından ilgilendiren olayların sonradan bir
sanatçı tarafından işlenmesiyle oluşan destanlardır. İtalyan edebiyatında Ariosto’nun
(Aryosto) Çılgın Orlando, Tasso’nun Kurtarılmış Kudüs; İngiliz edebiyatında
Milton’un Kaybolmuş Cennet adlı destanları yapma destanlardandır.
 
Türk Destanları
Eski ulusların edebiyatlarında olduğu gibi Türk edebiyatında da destan türü çok gelişmiştir. Ancak Türk destanları bir ozan tarafından topluca yazılmadığı gibi bir folklorcu tarafından da yazıya geçirilip yayınlanmamıştır. Bunların ancak konuları hakkında bilgimiz vardır. İran, Arap kaynaklarında Türklere ait destan parçalarının özetleri bulunmaktadır.
Türk Destanları Türk tarihinin gelişimine uygun olarak dört bölümde incelenir:
1.         Saka Destanı
a.         Alp Er Tunga Destanı
b.         Şu Destanı
2.         Hun (Kun) Destanı
 Oğuz Kağan Destanı
3.         Gök Türk Destanları
a.         Bozkurt Destanı
b.         Ergenekon Destanı
4.         Uygur Destanı
a.         Türeyiş Destanı
b.         Göç Destanı
 
Ayrıca Türkler arasında İslamiyet kabul edildikten sonra da Manas Destanı, Cengiz Destanı, Battalgazi Destanı gibi destanlar oluşmuştur.
Çağdaş edebiyatımızda özellikle Kurtuluş Savaşı'nı ele alan destanlar da yazılmıştır. Nazım Hikmet’in Kuvâ-yı Milliye Destanı (1948), Ceyhun Âtuf Kansu’nun Sakarya Meydan Savaşı (1970), Fazıl Hüsnü Dağlarca’nın Üç Şehitler Destanı bu tür eserlerdir.
Yapma destan türüne giren bu eserler biçim bakımından klasik destanlardan ayrılır. İçerik bakımından ise söylencelere (efsanelere) değil gerçek olaylara dayanır.
 
    3. HALK HİKÂYESİ
Geleneksel bir içeriği olan, kuşaktan kuşağa sözlü olarak aktarılan öykülerdir. Söylencelerle halk öyküleri arasında kesin bir ayırım yoktur. Kimi öyküler söylence olarak gelişmiş, aktarılmıştır. Çeşitli öykü türlerinde belli motifler, örneğin hayvanlar, sınamalar, belli kalıp olaylar yer alır. Halk öykülerinin başlıca türleri masallar, efsaneler, dini kişilerle ilgili anlatılanlar, hayvan öyküleri, kahramanlık öyküleri ve fıkralardır.
 
   4. MESNEVİ
Türk edebiyatında anlatı türünde batı tarzı yazılmış hikâye ve roman yoktur. Ancak bu türleri karşılayan divan edebiyatında Leyla vü Mecnun, Hüsrev-i Şirin, Yusuf u Züleyha ile Âşık Garip, Arzu ile Kanber, Battal Gazi vb. tarzında dinî tasavvufi nitelikli hikâyeler vardır.
Mesneviler de halkın anlatı ihtiyacını karşılamak üzere yazılmış eserlerdi. Şimdi bu türü daha ayrıntılı inceleyelim:
Mesnevi, divan edebiyatı nazım biçimlerindendir. Beyitlerle yazılır ve her beyit kendi arasında uyaklıdır. Yani beyitler arasında gazelde olduğu gibi uyak birliği yoktur. Bu nedenle uzun konuları işleme olanağı vardır. Genellikle okuyucuyu sıkmaması için aruz ölçüsünün kısa kalıpları kullanılır.
Mesnevi, divan edebiyatında bulunmayan öykü ve roman türünü karşılamaktadır. Beyit sayısı sınırlı değildir.
Mesnevi, İran’da kurulmuş ve oradan bize geçmiştir. Kurucusu da aslen Türk olan Genceli Nizamî’dir. Nizamî arka arkaya beş tane mesnevi yazmıştır. Divan edebiyatında beş tane mesneviye “hamse” denir. Bütün divan şairleri hamse (beş tane mesnevi) yazmak için uğraşmışlardır. Türk edebiyatında da Süleyman Çelebi, Şeyhî, Fuzûlî, Nâbî ve Şeyh Galip gibi sanatçılar mesnevi yazmışlardır.
Mesneviler işlediği konular bakımından şu türlere ayrılır:
a.         Cenk destanları mesnevisi: Savaş ve kahramanlık olaylarını şairin duygu ve
düşüncesine göre işleyen mesnevilerdir. İran edebiyatında Firdevsi’nin “Şehname” adlı
eseri bu tür mesnevidir.
b.         Aşk hikâyeleri mesnevisi: İslâm dünyasının ortak ürünü olan aşk öykülerini
konu alan mesnevilerdir. Şeyyad Hamza’nın “Yusuf u Züleyha”, Fuzulî’nin “Leyla vü
Mecnun” ve Şeyh Galip’in “Hüsn ü Aşk” adlı mesnevileri bu tür eserlerdendir.
c.         Dinî ve tasavvufi mesnevi: Din ve tasavvuf konularını işleyen mesnevilerdir.
Mevlana’nın “Mesnevi” adlı eseri ile Süleyman Çelebi’nin “Vesiletü’n Necat (Mevlit)”
adlı mesnevileri bu türe girmektedir.
ç. Ahlaki ve didaktik mesnevi: Bilgi ve öğüt vermek amacıyla yazılan mesnevilerdir. Şeyhi’nin “Harname” ile Nabi’nin “Hayriyye-i Nabi” adlı eserleri bu türe girer.
d.         Şehrengiz mesnevi: Padişah ya da devlet büyüklerinden birinin bir şehri
ziyaretini veya şairin kendi şehrinin güzelliklerini anlatan mesnevilerdir. Lami’nin
“Şehrengiz-i Bursa” adlı mesnevisi bu tür bir eserdir.
 
5. MANZUM HİKÂYE
Nazım şeklinde yazılmış hikâyelere manzum hikâye denir. Diğer hikâyede olduğu gibi manzum hikâyede de serim düğüm ve çözüm bölümleri bulunur. Meydana gelen bir olay ve olayı yapan kişi ve olayın geçtiği yer ve zaman vardır.
Türk edebiyatında Tevfik Fikret, Mehmet Âkif Ersoy bu türde önemli eserler vermişlerdir. Orhan Veli Kanık ve bazı başka şairler de çeşitli fabl hikâyeleri ile Nasrettin Hoca fıkralarını manzum hikâye tarzında yazmışlardır.
 
  1. HİKÂYE
SİVRİADA GECELERİ
Güneş batıyor, martılar haykırıyor, karabataklar sudan çıkmış, ıslak kanatlarını kaldırabilmek için deli gibi çırpınıyorlar, ayı balığı büyük bir nefesle çıkıyor. Büyük bir nefesle tekrar dalıyor. Martılar geliyor, karabataklar gidiyor. Akşam büyük bir vaveyla içinde vahşi, kırmızı dalgalar esmer kayaları dövüyor.
Mağaranın içinde Kalafat, kıpkırmızı lekelerle sular içinde karides avlıyordu.
-           Sotiri, diye haykırdı birdenbire. Sen livarı hazırla da şu karidesleri koyalım.
Arkada bir tane daha var. Ama, iyi bak, üstünün bezi delik olmasın.
Sotiri, kayığın içine batmış güneşin bir parçası gibi kımıldadı. Siyah kafası ve kırmızı elleriyle, mavi gözleriyle, kaya, deniz, güneş, balık, renk ve kokusuyla ayaklarının dibinde kıç altına doğru uzandı.
Kalafat kepçeyi baş üstüne koydu ve kendisi de mağaranın deliğinden fırladı:
-           Ulan Sotiri, bulamadın mı öteki livarı? Ver şimdilik oradan çapçağı, dedi.
Çapçağı ben uzattım.
Sotiri kıç altından boğuk boğuk:
-           Bulamıyorum livarı usta, diyordu.
Mağarayı ayı balığına bırakıp Sivri’nin Yassı'ya bakan kıyısına çıktık. Sandalı çakıla çektik.
Sotiri ile Kalafat çalı çırpı aramaya gittiler. Ben kıyıda beyaz çakıllara oturdum. Üç adım ötemde akşamın şimdi güvermiş renklerine doğru kırmızı bacaklarını sallayan bir martıya daldım.
Martı aka üstü yatmıştı. Kırmızı ördek ayakları ara sıra havayı dövüyordu. Ne oluyor, diye martıya doğru gittim. Hayvanın gözleri açıktı. Güzel kafası da ara sıra sallanıyordu.
Sotiri, sırtında kıyıya düşmüş boş bir portakal sandığıyla tepemde gözüküverdi.
Ne oluyor bu martıya Sotiri, dedim.
Ölüyor be dedi, ne olacak?
Sahi ölüyor mu?
Yok yalandan. Ölüyor işte...
Sotiri, portakal sandığını, geceyi geçireceğimiz iki kaya arasına fırlattı. Tekrar Kalafat’a yetişmek üzere kayalara tırmandı. Bir martı, bir nisan akşamında sırtüstü uzanmış, hâlâ ölmeye çalışıyordu. İçimi bir keder yaladı. Yanından ayrılmıyordum. Martının kafasını ellerime almıştım. Bir avuç deniz suyu getirip ağzına damlattım. Şiddetle kafasını salladı. Bir titredi ve öldü.
Yassıada’nın ışıkları yandı. Uzakta bir taka geçti. Keyfim kaçmış, üzgün, ağlamaklı gibiyim. Canım bir taraftan acı bir türkü söylemek çekiyordu.
Onlar ateşi yakıp topladıkları midyeleri bir teneke üstünde şişirirlerken ben hâlâ martının yanı basındaydım. Kalafat:
Ne oluyorsun be, dedi. Şair misin, nesin?
Martı öldü de, dedim.
Martı da ölür, dedi. İnsan ölmüyor mu?
Dünyanın yaratışındaydık şimdi, insanın ilk zamanlarını yaşıyorduk. Onlar avlıyorlardı, ateş yakıyorlardı. Ben martıya ait bir mersiye yazmış, ateşin kaşısında okumak üzereydim.
Bütün kabile halkı bana kızmıştı:
-           Bu herif çalışmayacak mı? Oturup kayalara, düşünecek mi? Martı ölmüş, onu
seyredip bize masal mı anlatacak?
 
Gündüz güneşin içinde böyle söyleyenler, gece olup da kütükler, çalı çırpı yanınca, öbür tarafta rüzgâr denizi homur homur söyletirken martılar hâlâ deli gibi bağrışırken ben bir türkü, martının ölümünün türküsünü tutturacaktım. Çalışanları bir üzüntü, bir garipseme, birbirine sokulma hissi saracıktı. Sonra bu hâl belki de işe yaramaz adamın bir vazifesi olarak tanınacaktı. Bir iki gün ağ tamir edecek, balık tutacak, beceremeyecek, fakat akşamları da onlara üzülüp sevinme arzuları veren türküler söylemeyecektim.
-           Ne susarsın be herif, diyeceklerdi. Hani bülbül gibi öterdin geceleri?
Ertesi sabah beni balığa çıkarken uyandırmayacaklardı. Bırakacaklardı kendi hâlime.
Kalafat:
Ee, dedi, anlat bakalım şu martının ölümünü...
Martı, dedim, üç adım ötemdeydi. Güneş yeni batmıştı. Doğrudan bir mavi karanlık ağır ağır kayalara, çakıllara, çakıllardan vücuduma sinmeye başlamıştı.
Kalafat’la Sotiri, birbirlerine bakakaldılar:
-           E, sonra, dediler.
Utandım, sustum.
Ateşin kenarına koyduğum midyeyi aldım. Biraz limon sıktım. Bir lokma ekmekle attım ağzıma.
Sotiri yanı başıma uzanmıştı. Gözleri uyku içinde yüzüme dikilmişti. Yine;
-           E, sonra, dedi.
Kalafat’a baktım. Gözlerini kapamıştı.
-           Dinliyor musun, Kalafat, dedim.
Cevap vermedi. Sotiri ondan tarafa döndü.Dikkatle baktı:
Uyudu, dedi, bana anlat.
Ölen martıyı tanıyordum, dedim. Hani iki hafta önce ölen Tahir’in martısıydı. Başka türlü martıydı o. Ötekiler gibi bağırmazdı. Bir kayanın tepesine çıkar, oradan Tahir’in sandalını gözlerdi. Uçardı doğru Tahir’in sandalına. Surattan da anlardı kerata. Tahir somurtkan adamdı. Pek keyifsizse yanına sokulmazdı. Uzaktan gözlerdi. Pek keyifli ise gelir, sandalın arkasına otururdu. Yemlerin kafasını, kılçıklarını, bekçi balıklarını, ince izmaritleri Tahir fırlatır ona atardı. Ara sıra konuşurlardı da. Ne Tahir onsuz, ne o Tahir’siz yaşayabilirdi. Üç gün sırta sırta rüzgâr esse, Tahir de balığa çıkmasa, martı tenezzül edip de çöp mavnalarına doğru kanat çırpmazdı. Tembel miydi, şair miydi bilmem ki...
Hikâyem güzel olmuyordu, farkındaydım. Ama, yavaş yavaş açılacaktım; ateş kor kesilmişti. Ay çıkmıştı. Baktım, Sotiri’ye; Kafası düşmüş, o da uyumuştu. Ben bütün gece uyumadım. Martılar simsiyah ayın altında dalaşıp durdular. Sabaha karşı iskele sancak ışıkları ile durgun suları bize doğru atan bir vapur geçti. Aman ne güzeldi bu vapur sabaha karşı, Kalafat’ı uyandırdım. Vapuru gösterdim:
Ne güzel, bak, Kalafat, dedim.
Sen sahiden kaçıkmışsın, dedi.
Kafasını bir iki defa salladı. Bir daha vapura baktı. Bir daha salladı. Yırtık paltosuna girip kayboldu.
Sait Faik Abasıyanık
 
İnceleme:
Okuduğunuz öyküde balıkçıların yaşamından bir bölüm anlatılmaktadır. Öykü de yazar, Kalafat ve Sorti ile birlikte İstanbul’da Sivriada’da akşam vakti balığa çıkar. Gecenin bir vaktine kadar balık, midye, karides vb. yakalarlar. Kalafat ile Sorti yakaladıkları midye ve karidesleri kızartmak için çalı çırpı topladıkları sırada yazar, kıyıda yaralı bir martı görür. Hemen koşar, martının ağzına birkaç damla su verir, ancak martı ölür. Yazar burada Kalafat’in yakaladığı balıklardan çok bildiği Tahir adlı balıkçının martısının ölümüne üzülmektedir. Sürekli martıyı düşünür. Onunla ilgili Sorti’ye hikâyeler anlatır. Bir süre sonra Sorti uykuya dalar. Yazar Sabaha kadar uyumaz. Yazar martıyı sadece bir kuş olarak değil, insanla dost olan, onu anlayan insancıl bir varlık olarak da görür. Martı da öykünün kahramanlarından biri durumundadır.
Öykünün kahramanları yazar, Kalafat ve Sorti’dir. Bu kahramanlar her zaman çevremizde gördüğümüz sıradan insanlardır; hiçbirinin olağanüstü bir niteliği yoktur.
Olay Sivriada’da bir nisan akşamı geçmektedir.
 
7. ROMAN
YAKUP KADRİ KARAOSMANOĞLU---YABAN
Yakup Kadri’nin Yaban romanı yüzyıllardır kaderiyle baş başa bırakılan köylü ile aydın arasındaki uçurum dile getirilmektedir. Köylü için İstanbul’dan gelen her aydın bir “Yaban”dır.
Okuduğunuz metinde İstanbullu bir aydın olan Ahmet Celâl’in karşılaştığı köy gerçeği karşısındaki şaşkınlığı dile getirilmektedir.
Yaban romanı Ahmet Celâl’in anıları biçiminde verilmektedir. Yazar eserini şöyle tanıtmaktadır.
“... Sakarya Savaşı'ndan sonra, Garp Cephesi Komutanlığının gönderdiği Tetkiki Mezalim Heyeti, o viranelerde taşlar altında kömürleşmiş insan kemiklerini araştırırken bu kitabı teşkil eden yazıları, arasından yırtılmış bir defter hâlinde buldu, Köylülerden bunun sahibinin ne olduğunu sordu. Kimse onun nereye gittiğini, bilmiyordu. Bununla beraber, onun iki üç yıl hep bu köyde oturduğunu ve son felâket gününe kadar burada kaldığını söyleyen de kendileri idi.
Tetkiki Mezalim Heyetinden biri bu kayıtsızlığa şaştı:
-           Nasıl olur, dedi, nasıl olur. İnsan yıllarca beraber yaşadığı bir kimsenin nereye
gittiğini, ne olduğunu bilmez mi?
Köylüler, küskün bir tavırla omuzlarını kaldırıp uzaklaşıyorlardı.
Yalnız içlerinden biri, yaşı belirsiz küçük ve sıska bir adam, döndü.
-           Dee, sizin gibi yabanın biriydi, dedi.
 
Romanın çeşitli tanımları yapılmıştır. Bunların ortak özellikleri şunlardır: Romanlarda, insanların başlarından geçen olaylar ayrıntılı bir şekilde işlenir. Böylece insanların duygu, düşünce ve hayal dünyaları geliştirilir. Yaşam deneyimleri artırılır.
Romanda ele alınan olay etrafında pek çok küçük olay anlatılır. Ele alınan olayın gerçek ya da gerçeğe uygun olması, kişilerin gerçek yaşamda gördüğümüz kişilere benzemesi, olayın geçtiği yer ve zamanın belli olması çevre ve kişilerin ruhsal çözümlemelerine yer verilmesi gerekir.
Romanlar yazıldığı devrin sosyal ve siyasal olaylarını yansıtır. Belli bir döneme ışık tutar.
1.         Romanın Tanımı
Olmuş ya da olma olasılığı bulunan olayların bir büyük olayla örülerek ayrıntılı bir şekilde yer ve zaman gösterilerek anlatıldığı uzun yazılara roman denir.
 
2.         Romanda Plan
Romanda ele alınan olayların mantıksal bir gelişimi yapılır. Temel olay çevresinde pek çok küçük olaylar işlendiğinden, kişiler ile olaylar arasındaki ilişkinin kurulabilmesi iyi bir planlama ile olasıdır.
Romanda da öyküde olduğu gibi serim, düğüm ve çözüm bölümleri bulunur.
Serim bölümü: Romana konu olan olaylar ile yer, çevre ve kişilerin tanıtıldığı bölümdür. Bu bölümde olayın geçtiği zaman ile olay kişileri ve çevre betimlemesi yapılır.
Düğüm bölümü: Romanda olayların karmaşık bir hâl aldığı, okuyucunun merakının ve heyecanının yoğunlaştığı bölümdür. Romanda birden fazla düğüm bölümü bulunabilir ve en uzun bölüm bu kısımdır.
Çözüm bölümü: Düğüm bölümündeki olayların çözümlendiği, merak ve heyecanın giderildiği bölümdür. Bazı romanlarda sonuç, okuyucunun hayal gücüne bırakılabilir.
3.         Roman Çeşitleri
Romanlar bağlı oldukları akıma, işledikleri konulara ve iç yapılarına vb. göre sınıflandırılır. Akımlarına göre; romantik roman, realist roman, natüralist roman gibi. İşledikleri konulara göre; sosyal roman, tarihî roman, polisiye roman gibi. Romanlar iç yapılarına göre ise aksiyon romanı, psikolojik roman gibi çeşitli türlere ayrılır.
 
4.         Romanın Öğeleri
a.         Kişiler: Romanda anlatılan olayları gerçekleştiren kişilerdir. Kişilerin
olağanüstü nitelikleri yoktur; gerçek yaşamda gördüğümüz kişilere ya tip ya da
karakter olarak benzemelidir. Bunlardan belirli bir sosyal sınıfı ya da eğilimin özelliklerini
üstünde taşıyan kişiye tip denir. Cimri tip, içe dönük tip, sevecen tip vb. Karakter ise
kendine özgü tutum ve davranışları olan kişidir. Romanda betimlemelerle kişilerin iç ve
dış yönleri tanıtılır, çevre ile bağlantıları ortaya konur.
b.         Olay: Roman kişilerinin yaptığı eylemlere olay denir. Romanda ana olay
çerçevesinde pek çok küçük çapta olaylar gelişir. Bu olayların her biri roman kişilerinin
bir yönünü tanıtır. Romanda gereksiz olaylara yer verilmemelidir. Gereksiz olay ve
ayrıntılar eserin değerini düşürür.
c.         Zaman: Romanda işlenen olaylar belli bir zaman diliminde geçer. Olayların
başlaması ile bitmesi arasında bir süreç vardır. Bu sürece zaman denir.
ç. Dil ve anlatım: Roman yazarının, kendine özgü dili kullanma becerisi vardır. Kimi uzun cümleler kurar, kimi de kısa cümleleri benimseyebilir. Kimi de devrik tümcenin ya da atasözü ve deyimlerin anlatım gücünden yararlanır. Bu anlatım biçimine üslup denir.
Olaylar ya roman baş kişisinin ya da üçüncü kişinin ağzından anlatılır. İlk durumda yazar olayları yaşarken ikinci durumda yazar olaylar karşısında gözlemcidir, tanıktır.
Yazarlar roman yazarken anılarından, kişisel gözlemlerinden ve alınan küçük notlardan yararlanır.
 
A)ANLATMAYA DAYALI EDEBİ METİNLER
ROMAN
  Yaşanmış ya da yaşanabilecek olayların yer, zaman ve kişiye bağlanarak anlatıldığı uzun soluklu eserlere roman denir.
*Romanda olaylar geniş ve ayrıntılı olarak anlatılır.
*Romandaki bütün olaylar belli bir olay etrafında gelişir.Ana olay etrafında olaycıklar vardır.
*Şahıs kadrosu geniştir.kahramanlar tüm yönleriyle tanıtılır.
*Zaman olarak geri dönüşler olur.
Romanlar çeşitli türlere ayrılır;
- Tarihi Roman: Konusunu tarihten alır.
- Töre Romanı: Toplumun yaşayış tarzı, gelenek,görenek ve törelerin ele alındığı romanlardır adetlerini işleyen romandır.
- Psikolojik Roman: Ruh çözümlemelerinin yapıldığı romanlardır.
- Egzotik Roman: Uzak ve yabancı ülkelerin doğa ve insanlarını anlatan romandır.
- Tezli Roman: Bir görüş veya düşünceyi savunan romandır.
- Polisiye Roman: Konularını polisi ilgilendiren olaylardan alan romanlardır.
HiKAYE
     Olmuş ya da olması mümkün olan olayları anlatan romana göre daha kısa olay yazılarıdır.
*Romanda birden fazla olay varken hikayelerde çoğunlukla tek bir olay vardır.
*Şahıs kadrosu romana göre dardır.
*Hikayede ayrıntılara girmekten sakınılır,kişiler çoğu zaman hayatlarının belli bir anı içinde anlatılır.
*İki tür hikaye görülür;
a)Olay Hikayesi(Klasik Hikaye): Maupassant tarzı da denir. Olay esastır.Bizdeki temsilcisi, Ömer Seyfettindir.
b)Durum-Kesit Hikayesi: Çehov tarzı da denir. Olaydan çok insanın belli bir zaman dilimindeki durumu anlatılır.Bizdeki temsilcisi, Sait Faik Abasıyanık'tır.
         
MASAL
           Genellikle halkın yarattığı , ağızdan ağıza , kuşaktan kuşağa sürüp gelen ,çoğunlukla olağanüstü durum ve olayları yine olağanüstü kahramanlara bağlayarak anlatan halk hikayelerine masal denir.

GENEL ÖZELLİKLERİ:                     

*Masallar , meydana geldikleri zaman bir kişinin malıyken , yaygınlaştıkça, yöreden yöreye, ülkeden ülkeye geçtikçe halkın malı olur.Masal , anonim bir türdür.
*Olaylar hayal ürünüdür.
*Kahramanlar insanüstü nitelikler gösterir.
*Masallarda genellikle iyilik-kötülük, doğruluk- haksızlık- adalet- zulüm , alçakgönüllülük – kibir…. gibi zıt durumların temsilcisi olan kişilerin mücadelelerinden veya insanların ulaşılması güç hayallerinden söz edilir.
*İyiler hep iyi, kötüler hep kötüdür.
*İyiler ödüllendirilir, kötüler cezalandırılır.
*Masallarda yer ve zaman kavramları belirsizdir.
*Anlatımda genellikle geniş zaman veya öğrenilen geçmiş zaman kipi ( -mişli geçmiş ) kullanılır.
*Anlatım kısa ve yoğundur.
*Masal kişileri her tabakadan seçilebilir.masallarda cinler , periler, devler: de rol alır.
*Masalların bir kısmı hayvanlarla ilgilidir.
*Masalların çoğu “ bir varmış, bir yokmuş …” ya da “ evvel zaman içinde , kalbur saman içinde …” gibi ifadelerle başlar.bunlara tekerleme     ya da     döşeme                    denir.tekerlemeden sonra olay ve dilek bölümleri gelir.Türk masallarında dilek bölümü ya “ onlar ermiş muradına …. “ ya da “ gökten üç elma düştü …” biçiminde başlar.
*Masallarda milli ve dini motiflere hemen hiç yer verilmez.
*Evrensel konuların işlendiği masallarda eğiticilik esastır.                                                                                          
*Masallarda genellikle bir eğitim amacı saklıdır.Masallar bu yönüyle didaktik ( öğretici) bir nitelik taşır.
*Günümüzde bellli bir kişinin ortaya koyduğu yapma masallarda yazılmaktadır.
HALK HİKAYELERİ TANIMI: Hikaye türünün en eski örnekleri olan ve destandan modern hikayeye geçişi sağlayan anonim eserlerdir. Başka bir tanım yapacak olursak; Türk edebiyatı ürünleri içinde 16.yüzyıldan itibaren görülmeye başlanan, genellikle aşıklar tarafından nazım-nesir karışık bir ifade tarzı ile dinleyicilere anlatılarak nesilden nesile intikal eden, yer yer masal ve destan özellikleri gösteren hikayelerdir.
GENEL ÖZELLİKLERİ: Türk edebiyatında bu özelliğe sahip ilk örnek Dede Korkut Hikayeleridir. Genellikle aşk konusunun işlendiği halk hikayelerinde zaman zaman kahramanlık konularıyla dini konuların işlendiği de görülmüştür.
* Nazım- nesir karışık olarak anlatılan bu hikayelerin gelişip yayılmasında saz şairlerinin önemli bir fonksiyonu vardır.
*Halk hikayeleri , destanlardan; mutlaka tarihi bir olaya dayanmaması, nazım-nesir karışık oluşu ve zamanla nesir kısmının ağırlık kazanması, şahısların ve olayların anlatımında takınılan gerçekçi tavır, kahramanlıktan çok aşk maceralarına yer verilmesi, destanlarda yer alan olaylar kesin bir sonla bitmediği halde halk hikayelerinde kesin bir sonun bulunmaması, halk hikayelerinde söz konusu edilen olayların ve kişilerin oldukça azalması, toplum karşısında anlatılmaları, hikayedeki manzum kısımların genellikle saz eşliğinde dile getirilmesi, değişik bir anlatılma üslup ve geleneğinin olması, belli yerlerinde tekerleme adı verilen belli söz kalıplarının bulunması gibi hususlarda ayrılmaktadır.
*Hikayenin kahramanı aşık olur, sevgilisine kavuşma yolunda çeşitli maceralara girer, sonunda kavuşur veya kavuşamaz ama hikaye de orada biter.
* Destanlarda böyle kesin bir son mevcut değildir.
*Halk hikayelerinde anlatılan ilişkiler, toplum içi olup, fertler ve tabakalar arasında cereyan eder. Hikayelerde olağanüstü özellikler epeyce azalmıştır.
* Halk hikayeleri, masallara göre oldukça uzundur. Özellikle koşma şeklinde söylenen şiirler duyguyu yoğunlaştırmaya yarar.
*Halk hikayeleri daha çok aşıklar tarafından kahvelerde, düğün ve benzeri toplantılarda erkeklere hitap eder.
*Halk hikayelerinin destan döneminin kapanmasından sonra ortaya çıktığı kanaati yaygındır. Nitekim Türk edebiyatında halk hikayelerinin en eski örneği sayılan Dede Korkut Hikayeleri de destandan halk hikayeciliğine geçiş dönemi ürünü olarak kabul edilmektedir.
*10. yy’ dan itibaren halk hikayelerinin belki de destandan boşalan yeri doldurmak üzere ortaya çıktığı söylenebilir.
* Aşk ve kahramanlık konularının çokça işlendiği halk hikayelerinin gerçek hayat olaylarından ayrılan, kendilerine göre bir mantık örgüsü vardır. Bu mantık idealist ölçüler göre şekillenmiş bir hayat anlayışını savunur. Bunun sonucu hikaye kahramanı idealist bir kişiliğe sahiptir. Son olarak şunu unutmamak gerekir ki; kendi içinde tutarlı bir mantığa dayanmak şartıyla halk hikayelerinde olmayacak şey yoktur.
Halk hikayeleri konularına göre dört çeşittir:
a.    Aşk Hikayeleri: Leyla ile Mecnun, Kerem ile Aslı, Ferhat ile Şirin, Yusuf ile Züleyha, Ercişli Emrah ve Selvi, Tahir ile Zühre, Âşık Garip Hikayesi, Aşık Kerem Hikayesi, Elif ile Mahmut...
b.   Dini-Tarihi Halk Hikayeleri: Hayber Kalesi, Kan Kalesi, Battal Gazi, Danişmend Gazi, Hz. Ali ile ilgili diğer hikayeler...
 
c.    Kahramanlık Hikayeleri: Köroğlu Hikayesi
d.   Destanî Halk Hikâyeleri: Dede Korkut Hikayeleri
 
NOT: Halk hikayeleri, destan ile roman arasındaki aşamanın ürünüdür.
NOT: Destan geleneğinden Halk hikâyeciliğine geçişin ilk ürünü Dede Korkut Hikayeleri’dir. Bu nedenle Dede Korkut Hikayeleri özel bir önem taşır.
DESTAN
   Bir milletin başından geçmiş ve toplumda derin etki bırakan savaş,göç,afet,kıtlık gibi olayların etkisiyle söylenmiş,kimi zaman da bir kişinin kahramanlıklarını anlatan uzun manzum hikayelerdir.
 Destanlar; milletlerin tarihinde derin iz bırakmış önemli olayları harikuladeliklerle süsleyerek anlatan uzun, manzum, milli eserlerdir. Destan anlatıcısı ozan (akın veya baksı) onu bir kopuz eşliğinde söyler. Bir takım mimik, jest ve taklitlerle anlatımını kuvvetlendirmeye çalışır. Halk hikayelerinde de bu anlatım geleneği devam etmekle birlikte, bazı önemli farklar onu destandan ayırır.
 
 
Masallarla destanlar arasındaki benzerlik ve farklılıklar
Masal nesirle söylenmiş, tamamıyla hayal mahsulü olan ve anlattıklarına inandırma iddiası bulunmayan, kısa bir anlatı türüdür. Masalın en karakteristik özelliği, seri bir tahkiye tekniğine sahip olmasıdır. Ayrıca, masallarda olayın geçmişe ait olduğunun belirtilmesine bilhassa dikkat edilir.
 Masal ile destan arasında şu benzerlikler vardır:
1.      Destanlarda, masal kahramanı olarak bilinen perilerin yaşayışına benzer bir hayat süren destan kahramanları vardır. Oğuz Destanı’nda Oğuz’un evlendiği kızlar gibi.
      Masal ile destan arasındaki farklar ise;
1.      Masal konuları çeşitli olmasına rağmen destan konularında kahramanlığa fazla yer verilir. Umumiyetle milletlerin mazisindeki önemli olaylar ve büyük kahramanlar etrafında destanlar teşekkül eder.
2.      Masal kahramanlarının hayali olmasına karşılık destan kahramanlarını biz tarih sayfalarında bulabiliriz. Oğuz Kağan gibi.
3.      Destanlar daha hacimli olur. Pek çok olayın anlatıldığı destanların hacimleri de uygun olarak geniş bir yer kaplar.
4.      Destanlar manzum olurlar, masallardaki durum ise tamamıyla tersidir. Masallarda manzum kısımlar yok denecek kadar azdır.
5.      Masalların benzerlerine başka milletlerde de rastlanıldığı halde destanlarda durum farklıdır. Destanlar millidir. Bir millete aittir.
MANZUM HİKAYE
    Manzum Hikaye; bir mekan, bir zaman ve kişiler etrafında gelişen olay örgüsünü şiir halinde anlatan nazım biçimidir. Türk edebiyatında Tanzimat sonrasında gelişen bu türün en güzel örneklerini Tevfik Fikret ve Mehmet Akif Ersoy vermiştir.
Manzum hikâyelerin öykülerden tek farkı manzum(şiir) biçimde yazılmış olmasıdır. Bu tür hikayelerde didaktik şiir özelliği görülür.

Tarihi 
Bu tür için ilk adımları Recaizade Mahmud Ekrem ile Muallim Naci atmıştır. Bu tür Servet-i Fünun döneminde etkili hale gelmeye başlamıştır. Mehmet Akif Ersoy’un ise Küfe, Seyfi Baba, Mahalle Kahvesi, Hasta gibi önemli manzum hikayeleri bulunur.

Temsilcileri 
En önemli temsilcileri Mehmet Akif Ersoy ve Tevfik Fikret'tir. Bunun yanında Beş hececiler de bu türe katkıda bulunmuştur.
GENEL ÖZELLİKLERİ:

Manzum hikayeler edebi metinlerdir. Konu ve özellik bakımından hikaye ile aynı özellikleri gösterir.Eski edebiyatımızda uzun hikayeler mesnevi türü ile yazılırdı.Tanzimattan sonra ortaya çıkan manzume türü kafiyeli ve redifli, şiir biçiminde hikaye yazmak amacını güder. Manzum hikayelerde şairler ya bir olayı anlatırlar ya da bir öğüt verme çabası güderler.Manzum hikayeler genellikle bir çevre tasviriyle başlar, o çevrenin kişileri anlatılır.Sonra olay anlatılır.Amaç okuyucuya bu bölümde ders vermektir.Bir hikaye gibi sonlandırılır.Manzum hikayeler düşündürücü ve eğiticidir.Manzum hikayeler bölümlerden oluşur ilk bölümde anlatılmak istenen olay dan bahsedilir kişiler den bahsedilir.ikinci bölümde ise olaylar anlatılır örneklerle tasdik edilir.üçüncü bölümde ise olay son bulur ve okuyucuya ders vermeyi güden cümleler yer alır.

B)GÖSTERMEYE BAĞLI EDEBİ METİNLER
TİYATRO
     Hayattaki olayları konu edinen, sahnede oynanmak amacıyla yazılan edebi eserdir.
Tiyatro göstermeye bağlı bir güzel sanat dalı olarak “dramatik sanatlar” dan biridir.
*Roman ve hikaye soyut olduğu halde, tiyatro somuttur.
*Tiyatro metinlerindeki temel ifade biçimi “ gösterme” ve “anlatma” dır
*Tiyatro eserleri, konularına göre dram, trajedi ve komedi gibi türlere ayrılır.
MODERN TÜRLER
A-TRAJEDİ:
    Seyirciye, hayatın acıklı yönlerini göstermek, ahlak, erdemi anlatmak için yazılmış manzum eserlerdir.
*Konusunu seçkin kimselerin hayatından ya da mitolojiden alır.
*Kahramanları tanrılar, tanrıçalar ve soylu kimselerdir.
*Kusursuz bir üslubu vardır. Kaba sözlere yer verilmez.
*Eser baştan sona kadar ağırbaşlı, ciddi bir hava içinde geçer.
*Çirkin olaylar, seyircinin gözü önünde gerçekleştirilmez, sahne arkasında gerçekleştirilir. Bu olaylar haberciler tarafından sahnede aktarılır.
*Üç birlik kuralına uyulur.( Yer, zaman, olay )
*Oyunda koroya yer verilir.
*Ünlü trajedi yazarları; 
Eski Yunan; Aiskhylos, Eurupides, Sophokles
Fransız; Corneille, Racine.
B-KOMEDİ:
     İnsanların ve olayların gülünç yönlerini ortaya koymak, izleyenleri güldürmek ve düşündürmek amacıyla yazılmış tiyatro eseridir.
*Konusunu, yaşanılan hayattan ve günlük olaylardan alır.
*Kişiler halktan ve yüksek zümreden her çeşit insan olabilir.
*Her türlü söze şakaya yer verilir.
*Kişilerin her türlü davranışları sahnede gösterilir.
*Birbirini izleyen diyalog ve koro bölümlerinden oluşur.
*Manzum olarak yazılır.
*Üç birlik kuralına uyulur.
Türün yazarları, Yunan-Aristophanes, Fransız- Moliere.
C-DRAM:
    Hayatı olduğu gibi acıklı ve gülünç yönleriyle sahnede göstermek için yazılan tiyatro eseridir.
*Hayatı olduğu gibi yansıtır. Trajedi ve Komedi kaynaşmıştır.
*Konusunu günlük yaşamdan ve tarihten alır.
*Üçbirlik kuralına uyma zorunluluğu yoktur.
*Olaylar, çirkin dahi olsa sahnede gösterildiği gibi kişiler hangi sınıf ve halktan olursa olsun dramda yer alır.
B)GELENEKSEL TÜRK TİYATROSU TÜRLERİ GÖSTERMEYE edebi metinler
        KARAGÖZ
Seyirlik halk oyunlarından olan Karagöz, bir gölge oyunudur. Oyunda Karagöz cahil halk tipini; Hacivat ise aydın tipini temsil eder. Geleneksel Türk Tiyatrosu ürünlerindendir. Manda ve deve derisinden yapılan resimlerin, bir ışık yardımıyla sahnedeki perdeye yansıtılmasıyla oluşur. Bir gölge oyunudur. Bu nedenle bazı kaynaklarda “Hayal-i Zıl” şeklinde de adlandırılır. Kahramanları Karagöz, Hacivat, eşraftan kimseler, Beberuhi, Tuzsuz Deli Bekir, satıcılardır. Karagöz; okumamış, hazır cevap, söylenenleri ters anlayan ve buna göre cevaplar veren kaba bir adamdır. Hacivat ise aydın ve yarı aydın kişileri temsil eder. Karagöz oyununda bütün konuşmalar perdenin arkasındaki tek kişi tarafından yapılır. Bu nedenle Karagöz oynatmak zor bir iştir. Karagöz oyununun oynatıldığı perdeye “hayal perdesi” denir. Oynatan kişiye de hayali ya da hayalbaz olarak adlandırılan tek kişi tarafından oynatılır.
Karagöz oyunu dört bölümden oluşur:
1)    Öndeyiş ve giriş: Sahneye göstermelik denen bir resim konulur.
2)    Muhavere: Karagöz ve Hacivat’ın karşılıklı konuşmaları
3)    Fasıl (Asıl oyun)
4)    Bitiş: Oyunun sonunda hatalar için özür dilenen ve bir sonraki oyunun yerinin belirtildiği bölümdür.
 
Karagöz oyunundaki tipler ana hatlarıyla şöyle tasnif edilir:
a)Asıl Tipler:Karagöz, Hacivat
b)Şive taklitleri yapan tipler:Kastamonulu,Kayserili,Bolulu,Eğinli,Arap, Acem,Arnavut,Laz;Kürt,Rumelili, Muhacir,Ermeni,Yahudi,Rum ,Frenk
c)Hasta Tipler:Beberuhi,Tiryaki, Kekeme,Altıkulaç, Sarhoş ,Esrarkeş, Deli,orta oyununda da yer alan Aptal Denyo
d)Diğer Tipler:Çelebi,Köçek,Zenne
 
ORTAOYUNU
Seyircilerle çevrilmiş bir alanda, yazılı bir metne bağlı kalmadan ve doğaçlama (tuluat) yoluyla oynanan bir oyundur. Pişekar ve Kavuklu oyunun temel kişileridir.
Halkın ortak malıdır. Oyunların güldürme unsurları karşılıklı konuşmalardaki söz oyunları, hazır cevaplılık, yanlış anlamalar ve yöresel konuşmaların taklitleridir. Oyunda Karagöz ile Kavuklu’nun; Pişekâr ile Hacivat’ın bütün özellikleri aynıdır. Karagöz ile Ortaoyunun farkı ise, Karagöz’ün perdede, Orta Oyun’un meydanda oynanmasıdır. Yani Orta Oyunu canlı kişilerle oynanırken Karagöz’de tasvirlerin gölgesi oynatılır.
Meddah
Geleneksel tiyatro içinde yer alan Meddah hikâyelerinde rol alan bütün kişileri, hikâyeyi anlatan ve meddah adıyla anılan tek kişi canlandırırdı. Önceleri tarihî ve dinî konuları nakleden meddahlar, sonraları günlük hayattan alınan kesitleri komik bir üslûpla nakletme yoluna yönelmişlerdir.
Hikâye anlatmak olan meddahlık taklit yapma sanatıdır. Perdesi, sahnesi, dekoru, kostümü bir sanatkârda toplanmış bir temaşadır.
Meddah bir sandalyeye oturarak dinleyicilerine hikâyeler anlatır. Meddahın anlatışını, günlük yaşamdaki olaylar, masallar, destanlar, hikâyeler ve efsaneler oluşturur.
Meddahın aksesuarını bir mendil ile bir sopa (baston) oluşturur. Genellikle güldürücü, ahlâkî ve edebi sonuç çıkarılacak hikâyelerine klişeleşmiş "râvıyân-ı ahbar ve nâkılân-ı âsar ve muhaddisân-ı ruzigâr şöyle rivayet ederler ki" şeklinde söz başı ile başlar, daha sonra kahramanları sayıp hikâyesini anlatır. Meddah hikâyenin kahramanlarını kendi yöresinin dili ve şiveleri ile konuşturan insandır.
Meddah çok oyunculu bir tiyatro eserinin tek sanatçısı, oyuncusu konumundadır. Okumanın gelişmediği, dinlemenin rağbet gördüğü zamanlarda Osmanlı sarayında şehirlerde, kasabalarda, ramazan gecelerinde, sünnet düğünlerinde, kahvehanelerde bu sanatı sürdürürdü. Bu sanatın günümüzdeki uzantısı stand-up yapan showmenlerdir.
 
NOT:
Geleneksel tiyatro türlerini modern tiyatro türlerinden ayıran özellikler:
*Yazılı bir metnin bulunmayışı
*Karakterlerden çok belirli tiplerin bulunması
*Bir sahne ve dekor anlayışının olmayışı
*Doğaçlama olarak oynanması,yani yazılı bir metne bağlı kalmadan oynanması
*Usta çırak ilişkisiyle sonraki nesillere aktarılması
 

 
 
Edebiyatımızda “İlk”ler…    
 » İlk yerli tiyatro eseri: Şinasi / Şair Evlenmesi /1859
» İlk yerli roman: Şemsettin Sami / Taaşşuk-ı Talat ve Fıtnat
» Batılı tekniği uygun ilk roman: Halit Ziya Uşaklıgil/Aşk-ı memnu
» İlk çeviri roman: Yusuf Kamil Paşa/ Fenelon’dan Telemak /1859
» İlk köy romanı: Nabizade Nazım / Karabibik
» İlk psikolojik roman: Mehmet Rauf / Eylül
» İlk realist roman: Recaizade Mahmut Ekrem / Araba Sevdası
» İlk resmi Türkçe gazete: Takvim –i Vakayi
» İlk yarı gazete: Ceride-i Havadis
» İlk tarihi roman: Namık Kemal / Cezmi , A. Mithat / Yeniçeri
» İlk özel gazete: Tercüman-ı Ahval / Şinasi ile Agah Efendi
» İlk pastoral şir: A.Hamit Tarhan /Sahra
» İlk şiir çevirisini yapan: Şinasi
» İlk makaleyi yazan: Şinasi
» Noktalama işaretlerini ilk kez kullanan ilk Türk gazeteci: Şinasi
» Aruzla ilk manzum tiyatro eseri yazan: A.Hamit /Eşber veya Sardanapal
» Heceyle yazılan ilk manzum tiyatro eseri: A.Hamit/Nesteren
» İlk bibliyografya: Keşfü’z Zünun /Katip Çelebi
» İlk hatıra kitabı: Babürşah /Babürname
» İlk hamse yazarı: Ali Şir Nevai
» İlk tezkire: Ali Şir Nevai /Mecalisün Nefais
» İlk antolojisi: Ziya paşa /Harabat
» İlk atasözleri kitabı: Şinasi /Durub-i Emsal-ı Osmaniye
» İlk mizah dergisi: Diyojen /Teodor Kasap               » İlk hikaye kitabı: A: Mithat /Letaif-i Rivayet
» İlk fıkra yazarı: Ahmet Rasim
» İlk Türkçe yazılan ilk kitap: Kutadgu Bilig
» İlk siyasetname: Kutadgu Bilig
» İlk mensur şiir örneklerini veren: Halit Ziya
» Şiirde ilk defa Türk kelimesini kullanan: Mehmet Emin Yurdakul
» Dünya edebiyatındaki ilk modern roman: Cervantes/Don Kişot
» İlk makale: Tercüman-ı Ahval Mukaddimesi
» İlk edebi bildiriyi yayımlayan topluluk: Fecr-i Ati
» Mesnevi tarzında yazılmış ilk eser: Kutadgu Bilig
» İlk seyahatname: Mir’atül Memalik / Seydi Ali Reis
» İlk Edebiyat tarihçimiz: Abdulhalim Memduh Efendi
» Batı anlayışındaki ilk edebiyat tarihçimiz: Fuat Köprülü
» Sahnelenen ilk tiyatro: Namık Kemal / Vatan yahut Silistre

» Kafiyeyi şiire serperek klasik nazım şekillerinden farklı ilk örnekleri veren: Tevfik Fikret
» Türkçenin ilk dil bilgisi kitabı: Süleyman paşa / Sarf – ı Türki
» İlk naturalist eserimizin yazarı: Nabızade Nazım / Zehra
» Divan Edebiyatında mahallileşme akımının temsilcisi: Nedim
» Şarkıyı icat eden: Nedim
» İlk tarih ve coğrafya ansiklopedisi: Kamus’ul Alam
» İlk sözlüğümüz: Divan-ı Lügat-it Türk
» İlk Türkçe sözlük: Şemsettin Sami: Kamus-ı Türki
» İlk özdeyiş örneklerini veren: Ali Bey / Lehçet’ül Hakayık
» İlk didaktik şiir örneğimiz ve aruzla yazılan ilk eserimiz: Kutadgu Bilig
» Türk adının geçtiği ilk Türkçe metin: Orhun Abideleri
» Edebiyatımızda objektif eleştirinin nasıl olacağını ilk açıklayan: R. Mahmut Ekrem
» Edebiyatımızdaki milli dönemin açılmasına öncülük eden: Mehmet Emin Yurdakul
» Konuşma diliyle yazılmış ilk hikayenin yazarı: Ömer Seyfettin
» Edebiyatımızda ilk kafiyesiz şiirini yazan: A. Hamit / Validem
» İlk köy şiiri: Muallim Naci / Köylü Kızların Şarkısı
» İlk alfabemiz: Göktürk Alfabesi
» Tekke şiirinin babası: Ahmet Yesevi
» İlk Türk destanı: Alp Er Tunga Destanı
» Bizde batılı anlamda ilk eleştiriyi yazan: Namık Kemal
» Bizde epik tiyatro türünün kurucusu: Haldun Taner
» İlk kadın romancımız: Fatma Aliye Hanım
» Süslü nesrin ilk temsilcisi: Sinan Paşa
» Dünyanın bilinen ilk destanı: Sümerlerin Gılgamış Destanı
» Dünyanın halen yaşayan ,en büyük ve ilk Müslüman Türk Destanı: Kırgızların Manas Destanı
» Edebiyat kelimesini bizde ilk kullanan: Şinasi
» Kurtuluş savaşımızı doğrudan işleyen roman: Ateşten Gömlek
» İlk uyarlama tiyatro eserinin yazarı: A.Vefik paşa
» İlk divan şairi: Hoca Dehhani
» Hikayede gerçek anlamda ilk kez Anadolu’yu işleyen: Refik Halit Karay
» En başarılı psikolojik roman yazarımız: P.Safa / 9.Hariciye koğuşu
» İlk çocuk şiirlerini yazan: Tevfik Fikret / Şermin » Dilde sadeleşmeyi savunan ilk yayın organı: Genç Kalemler
 
 

 

 
HOŞ GELDİNİZ!
 

GAZETELER
 
 
83189 ziyaretçi
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol